Mehmet Göncü
25 Ağustos 2011
Uzun yıllardan beridir bu köşede yazıyorum israfın nasıl bir toplumsal bela olduğunu. Ama galiba kendimiz yazıyor, kendimiz okuyoruz.
Çünkü bırakın başka mahalle veya binaları bizim binada dahi çöpe güzelim ekmekleri ve yiyecekleri atan aileler var. Soruyorum; “Çocuklar atıyor” yanıtı veriyorlar.
Bana göre, bu mazeret sayılmaz.
Bu gün Somali, Etiyopya ve Kenya’da milyonlarca insan bir lokma ekmek bulamadığı için ölüyor ama kıtlığın açlığın ne olduğunu bilmeyen bazı bireyler ve aileler ekmek dahil her şeyi israf ediyor ve çöpe atıyor.
Bana göre, bu işin asıl sorumlusu toplumsal eğitimde bu konuya gereken önemin verilmemiş olmasıdır.
Eğitimden amacım, genel ve özel eğitimle aile ve çevrenin bu konuda yeterli duyarlılıkta olmayışıdır.
Kaldı ki bütün beşeri ve semavi inançların temel öğretileri israfı yasaklamıştır.
Eskiden evlerimizde şu tür levhalar asılı bulunurdu: “KANAAT SONSUZ BİR HAZİNEDİR”, “YEYİNİZ, İÇİNİZ İSRAF ETMEYİNİZ”, “ALLAH İSRAF EDENLERİ SEVMEZ”
Bu yazıların bulunduğu tablolar hemen her evde bulunurdu. Rahmetli babam bu uyarıcı levhaları hem evimize, hem de işyerimize asmıştı.
Çünkü bildiğiniz gibi dünyamızın doğal kaynakları sınırlıdır.
Dr.Bernard’ın bir kitabında okumuştum. Gezegenimiz güneşten takriben yılda ancak 200 trilyon dolar eşdeğerinde bir enerji alıp, bunu tüm canlı yaşam olgusuna çeviriyormuş.
İnsan da tüm canlılar gibi bu enerjiden aldığı sınırlı bir pay ile yaşamını ancak sürdürüyor. Öte yandan 2050 yılına geldiğimizde dünyamızın nüfusunun dokuz milyara çıkacağı da varsayılıyor.
Bu aratacak nüfusa karşılık doğal kaynakların miktarında önemli bir artış olmayacaktır.
Bu nedenle; yaşamın her boyutunda israftan kaçınmak gerekiyor. Yoksa gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya yerine bu günkü Somali gibi yoksul ve aç bir yaşam bırakabiliriz.
İsrafı tetikleyen esas olay ise şudur;
Bu gün dünyamızın büyük bir bölümüne egemen olan liberal ekonomi dikkat edin; “Tüketim için tüketim” modeli uygulamaktadır.
Hâlbuki radikal olan ihtilaç kadar üretim ve ihtiyaç kadar tüketim olmalıdır.
Ne acı bir gerçektir ki; maalesef günümüz insanının büyük bir bölümü hakkı olan ihtiyacının 1,5 kat fazlasını tüketmektedir. Bu manada pozitif düşünen ve davranan bazı duyarlı kimseler de var. Onlar ihtiyaçları kadar olanı tüketmekte, gerisini gelecek nesillere bırakmaktadır.
Örneğin; benim de gönüllü üyesi olduğum TEMA Vakfı Onursal Başkanı Sayın Hayrettin Karaca 30 yıla yakın bir zamandır aynı kazak süveterini giymekte olup yenisini almamaktadır. Çünkü o kazak daha uzun süre işlev görecek sağlamlıktadır. Bu değerli eli öpülecek insana sonsuz saygı ve sevgilerimizi sunarken, her gün bir elbise değiştirip eskisini çöpe atanları da gelecek nesiller adına kınıyorum.
Bu bağlamla ilgili olarak yazımın konu başlığına dönersek, yıllar önce Şanlıurfa Sümerbank mağazasında bir teki 42, diğer teki 43 numara olan bir çift ayakkabı görmüştüm. Bu durumu bana mağaza görevlisi memur, şu şekilde izah etti: “Yanlışlıkla bu çift ayakkabıyı bir teki 42, diğer teki 43 olarak satmışız. Biz de şimdi elimizde kalan bu numaralardaki bir çift ayakkabıyı defolu fiyatına satıyoruz”
Ben de hemen hiç tereddüt etmeden bu ayakkabıyı satın aldım. Ayak numaram kırk ikidir. Bir teki kırk üç olsa ne olur. Zira bu güne kadar kimse, “Senin ayakkabı numaran kaçtır?” diye sormadı. O ayakkabıyı israf olmasın diye aldım. Abartısız dört yıl giydim ve dediğim gibi bu müddet zarfında kimse, “Senin ayakkabı numaran kaçtır?” diye sormadı.
Sevgili okuyucularım, israf ve gereksiz tüketim bana göre dünyamızın geleceğini çok boyutlu olarak tehdit ediyor.
Bu nedenle ben şahsen her türlü israftan kaçınıyor ve dostlarıma da israfın zararlarını dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileği ile kalın sağlıcakla…