Cüneyt Gökçe
23 Mart 2007
Yüce Allah’ın evrensel yasası gereği insanoğlu çocukluk ve gençlik dönemlerini atlattıktan sonra “yaşlılık” gerçeği ile karşı karşıya kalır.
Yaşı elverişli olup bu döneme yetişen kimselerin sosyal statüleri “farklı” olup hayat standartları “değişik” de olsa ve bu farklılıklardan dolayı söz konusu dönem, değişik şartlarda da geçse sonuçta belli bir yaşa ulaşan herkes, bu gerçekle karşılaşır. Önceleri güç ve kuvveti yerinde olan insan, zamanla güç ve kuvvetten düşer ve desteğe muhtaç olur.
Toplumun önemli bir kısmını teşkil bu grubun iyi değerlendirilmesi ve dikkatli tahlil edilmesi gerekir.
Cemiyetin emektarları sayılan yaşlıların kıymetini bilmeyen topluluklar geleceklerini karanlığa mahkûm ederler. Hatta denilebilir ki, “etme/bulma” dünyasında ihtiyarlarının değerini bilmeyen bireylerin ihtiyarlık dönemlerinde “saygı” görmeleri neredeyse imkânsız olur. Zaten, saygı göstermeyenin saygı beklemesi kadar abes bir şey düşünülemez.
Devletler bile, birkaç yıl hizmetten sonra emekliye ayrılan emektarlarına belli bir tazminat ödeyip maaş bağlamakta ve böylece emeklerini zayi etmemektedir. Üstelik bu emektarlar emeklilikten önce de maaş sahibi idiler; yani “karşılıksız” çalışmaları söz konusu değildir. Hizmetlerinin karşılığını her zaman almışlardır.
Kadı ki, “karşılıksız” olmayan bu “emek”, maddi ölçütlerle değerlendirilen bir özelliğe sahiptir.
ıhtiyar yaşlılarımızın bizlere sarf ettikleri emek ise sadece maddi olmayıp temelinde büyük fedakârlıklar yatan manevi bir özellik de arz etmektedir. Fedakârca sergilenen ve sarf edilen bu maddi-manevi emeğin heder edilmesi son derece üzücüdür.
Peygamber Efendimiz, şefkat ve merhamete muhtaç kesimlerin ihtiramı ile ilgili olarak, “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Yaratılanlara merhamet ediniz ki, Allah da size merhamet etsin” (Tirmizi, Birr, 66) buyurmuş ve merhamet etmenin merhameti celp ettiğini vurgulamıştır. Nitekim başka bir hadis-i şerifte de: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar sel gibi üzerinize dökülecekti” (el-Acluni, Keşfü’l-hafâ, II,163) buyurmuş ve ihtiyarların, ilahi rahmete vesile olduklarına dikkat çekmiştir.
Yaşlılık dönemi; insanın en fazla ilgi beklediği, ruhen hassaslaştığı, çok duyarlı hale geldiği ve yardıma ihtiyaç duyduğu bir devredir. Bu yüzden yaşlıların yalnızlığa terk edilmemeleri gerektiği gibi; gönüllerinin hoşnut edilmesi ve yardımlarına koşulması lüzumludur. Resulullah’ın “Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir” (Ebu Dâvûd, Edeb, 66) ifadesi ise çok anlamlıdır.
Saygı gösterilmesi gerek yaşlıların başında ise anne ve baba gelmektedir. Nitekim Yüce Allah, “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle” (ısra, 23) buyurmaktadır.
Saygı görmek isteyen, yaşlılara saygılı olur. Geleceğini –ilahi rahmete tevdi etmek suretiyle– güvence altına alır.
Merhamet görmek isteyen, yaşlılara merhamet eder; onlara acır ve Allah’ın rahmetinden nasipdar olur.
ıhtiyarlandığında sevgi ve şefkat görmek isteyen; yaşlıları sever, onlara şefkat kanatlarını açar ve Rabb’inin engin şefkatini hisseder. ıhtiyarlığı döneminde de şefkat kanatları arasında huzur bulur.
ıhtiyarların gönlünü alıp yalnızlıklarını gideren, -inşaalah- yalnız kalmaktan kurtulur ve –Allah’ın inayetiyle– kendisini üzecek olaylarla karşılaşmaz.
Öte yandan, yaşlılarımızın birer “tecrübe hazinesi” olduklarını da unutmayalım; bu yüzden, ilgi ve ihtisasları doğrultusunda onlarla istişare edip fikir ve görüşlerine değer verelim. Unutmayalım ki, yaşımız ne olursa olsun, yaşayan yaşlı anne ve babamızın gözünde birer “çocuk” hükmündeyiz.
“19–25 Mart ıhtiyarlar Haftası”nın tüm ihtiyarlarımıza huzur ve esenlik getirmesi dileğiyle…