Ebru Okutan Akalın
23 Aralık 2011
GÖKKUŞAĞINA AŞAĞIDAN BAKTIĞIMIZ KENTTE, 35 SENELİK YOLCULUK;
BEKİR BOZANOĞLU
Avukat Bekir Bozanoğlu’yla, gazetemizde köşe yazarlığı yaptığı 1980 öncesini, bu günün Urfasını ve siyaseti konuştuk. Bozanoğlu’na göre, bu şehir sol anlayışa uymuyor
EDİTÖRDEN
Bekir Bozanoğlu, dürüstlüğü ile övüldüğü sohbetlerden bildiğim eski bir Urfalı’ydı. Aynı zamanda 80 İhtilalinden önce keskin kalemi ve düşüncelerinden ötürü Urfa’dan ayrılmak zorunda kalan bir avukat. Röportaj yapmak için hep aklımda saklı tuttuğum bir isimdi o ve benim için ne büyük şans ki, beklediğim fırsat bir süre önce ayağıma geldi.
Bekir Bey’le yapmış olduğumuz söyleşiye genel olarak siyaset hakim oldu ancak sohbeti o kadar güzel hikayelerle renklendirdi ki bunu bir röportaja sığdırmak kabul edersiniz ki benim açımdan hiç de kolay olmadı.
Özellikle naklettiği 1977 yılındaki Sadık Bey’in trajikomik hikayesi beni hem çok güldürdü hem de oldukça düşündürdü. Siz de bir durup bir düşünün, o yıllardan bu yıllara ne kadar değişebilmiş Urfa? Aradan geçen bunca zamana karşın, Sadık Bey büyüdüğünü sandığımız bu şehre bugün yeniden gelse neler yaşardı ?
Gülüyorsunuz değil mi?! Çünkü hepimiz değişenin sadece bir görüntüden ibaret olduğunu biliyoruz. Aslında vaziyet komik de değil ama bizler ağlanacak halimize güler hale geldik yıllar içinde. Zaman akıyor seneler devriliyor; belki nüfus artıyor, şehir büyüyor ama zihinler değişime direniyor. Oysa gönül isterdi ki bugün Sayın Bozanoğlu’nun anlattıkları mazide kalmış birer anıdan ibaret olsun. Bugün Urfa böylesine ufku geniş ve hoşgörüyü prensip edinmiş insanlarla aynı havayı soluyabildiğimiz bir şehir olsun. Ancak maalesef geleceğe dair umutlarımız giderek tükeniyor.
Yazacak daha çok şey var aslında ama içinizi daha fazla karartmadan bu güzel söyleşiyi yapma zevkini bana tattıran Bekir Bozanoğlu’na teşekkürü bir borç bilerek giriş yazımı sonlandırıyorum; Gökkuşağına aşağıdan baktığımız değil tüm renkleriyle içinde olacağımız bir Urfa’da yaşamak umuduyla…
Yıllardır İstanbul’da yaşıyorsunuz ve ailenizin işlettiği Restoran İstanbul’da oldukça önemli bir marka haline gelmiş durumda. Oysa İstanbul piyasasına baktığımız zaman Anteplilerin, Urfalılara karşı ezici bir üstünlüğü var. Sizce nerede sorun? Urfalıların işlettiği lokantaların çoğu Horhor’da bir sokağa sıkışmış durumda, Antepliler ise koca koca, lüks restoranlar işletiyorlar. Nedir bu işin nedeni. Makus talih mi ?
Antep’le Urfa’yı kıyaslamak çok doğru olmaz. Ticarette de, sanayide de siyasette de bizden çok öndeler.
Ticareti anlıyorum; çalışkanlar, sanayiyi de anlıyorum; girişimciler ama şu siyaset işini bir türlü anlayamıyorum. Neden bu halde Urfa sizce? Kime sorsan milletvekillerinden memnun değil ama dönüp dönüp aynı adamları seçiliyor. Memnuniyetsizlikte herkes yekvücutken, seçimlerde neden yekvücut olamıyoruz ?
Esasında Urfa’nın siyasi yaşamındaki temel sıkıntı feodalllerin sağı ve solu bölmesidir. Onların bir kısmı sağcı, bir kısmı solcudur. Şimdi ben asla feodal bir adamın niye solcu olduğunu anlayamadım. Normalde feodal yapılı bir insan solda duramaz durmamalı. O zaman “bu adam neden solda duruyor? Milletvekili olmak için mi” diye soruyor insan kendi kendine. Sonra bakıyoruz ki o adam milletvekili olamadığı zaman partiyi bırakıp gidiyor. Bu sistem devam ettiği müddetçe de Urfa’da sağlıklı bir siyasi ve sosyal yaşam yaratma imkânı yoktur.
Siz diyorsunuz ki temelde feodalite Urfa’nın en önemli sorunu ama eskiden bu boyutta değilmiş sanırım. Gittikçe feodalitenin toplumdaki hakimiyeti artıyor mu ?
Evet , feodal kültür zaman içinde artarak Urfa’yı paramparça etmiş, siyaseti ise bölmüştür. Urfa’daki bütün partilere bakın hepsinde feodal anlayış hakimdir. Herkes kendi kendini bir aşirete dayandırarak tanıtmaktan gurur duyar hale geldi. İşte ben falan aşirettenim. Çok yanlış bir tanımlama bu ama geçerli olan da bu. Mesela adamın biri solda duruyor ama feodal kültürden geliyor. Diğer yandan bir başkası da sağda duruyor. Bunu burjuvaziyle falanda açıklayamıyorsunuz. Oralarda ne işleri var diye düşünüyorsunuz ama anlayamıyorsunuz, anlamak da mümkün değil. Urfa’da olması gerekenler, olması gerektiği yerlerde değil, gelmelerine de müsaade edilmiyor. Mesela solda durması gereken insanlar var bu memlekette, ancak bakıyorsunuz feodal kültürden gelmiş birisi oturmuş o koltuğa. Gerçek sosyal demokratların o koltuğa oturmasına müsaade etmiyorlar. Gerekirse kaba kuvvet uyguluyorlar. Şimdi bu ortamda bu insanlar nasıl mücadele verebilir ki ?! Çok zor iş.
Peki, umudunuz var mı Urfa’dan?
Ben şahsen umutlu değilim. Çünkü deminde söylediğim gibi Urfa’da hiç kimse olması gereken yerde değil. Herkes olması gereken yerde olsun ki siyaset yapılabilinsin. Her şeyden önce, Urfa’da kişiler kendi kendini rahatça ifade edemiyorlar, hala baskı altındalar. Bu baskıyı isterseniz manevi baskı olarak da tanımlayabilirsiniz ama her halükarda bir baskı var. Bu baskının arkasında ne var peki ? Başıbozuk bir güç var. Bu başıbozuk güç sade vatandaşın yakasından elini çekmediği sürece de, insanların fikirlerini ifade etmesine, kendi kendini tanımlamasına imkân yoktur. Adam muhafazakârım diyor inanmıyorum, solcuyum diyor ona da inanmıyorum çünkü hiç biri doğruyu söyleyemiyor.
Urfa’dan yıllar önce ayrılmak zorunda kalmışsınız? Keşke burada yaşasaydım dediğiniz oluyor mu?
Ben Urfa’da kalmak isterdim. Hala da Urfa’yı özlüyorum. Neden hala ayrı olduğumu ben de bilmiyorum ama o zaman mecburen ayrıldım işte, bir daha da dönemedim.
Geçmişte gazetemizde köşe yazarlığı da yapmışsınız. Bahsettiğiniz gibi bir baskı altında yazı yazmak nasıldı?
Zor oldu tabii sıkıntılı günler yaşadım.Hiç unutmam gazetenizde din görevlileriyle ilgili bir yazı yazmıştım. Ertesi gün birkaç kişi, seni öldürürüz, asarız, keseriz diye tehditler yağdırdı bana. Peki ne yazmıştım biliyor musunuz? Arşivinizde hala vardır, açın okuyun. Diyorum ki “bugünün din görevlilerinin çoğu varlık ülkesinin sofrasında dolaşıyorlar. Ama bizim bildiğimiz din görevlisi yoksullarla diyalog kurar onları uyarır.” Ben bunu söylüyordum. Bunda bir yanlış varsa söyleyin. İşte buna bile itiraz ettiler. Başıma bayağı iş açmıştı o yazı. Ne anlamı var Allah aşkına bana söyleyin ya? Ne söylemişim. Ne yazmışım? Şimdi bu olayı özetlersek insan düşüncesini özgürce ifade edemiyorsa orası kendisi için cehennemdir. Ben kimse gibi düşünmeye mecbur değilim ki . Siz de benim gibi düşünmeye mecbur olmadığınıza göre birbirimize tahammül edeceğiz. Adam kendi görüşünü asli unsur olarak sayıyor, bana sen başka bir şey düşünme diyor. Düşüncelerini ifade etme diyor. Olur mu bu ? Şimdi böyle bir ortamda nasıl yaşanır siz söyleyin. Olmaz, yaşanmaz böyle bir yerde. İnsan düşüncelerini rahatça ifade edemiyorsa, birilerine tabi oluyorsa, onaylamadığı bir düşüncenin arkasından gidiyorsa, evde çoluk çocuğunun yüzüne bakamaz. Çünkü yalan bir hayat yaşıyor. Ee bırak ben kendi kendimi ifade edeyim, özgürce her şeyimi anlatayım. Bence Urfa’da sol kesimdeki arkadaşların çoğunun böyle geri planda durmasının temel nedenlerinden biri mahalle baskısıdır. Yoksa benim solcu dediğim sabahtan akşama kadar karınca gibi çalışır. Hitap ettiği toplumla diyalog kurar. Varlıklı kesimle işi yoktur. Zaten sana oy da vermez, vermemesi de lazım. Oraya gelirse orayı laçkalaştırır ama Urfa’da yok öyle bir şey. Sigortasız işçinin de, işsiz yoksulunda dertleriyle uğraşan bir Allahın kulu yok.
Buradaki tespitiniz ilginç. Varlıklı kesimin siyasi partisi yoksul kesimin oyunu alıyor. Solcuların barındığı siyasi partiler ise varlıklıyı oynamaya karar verdi diyorsunuz.
Bir de siyasi parti deneyiminiz var. Biraz o günlerden bahseder misiniz?
Ben 1977 yılında belediye seçimlerinde CHP’den Belediye Başkan aday adayıydım. Karşımda Sayın Feridun Yazar vardı.
İl yönetimi aday olarak kendine Feridun Yazar’ı seçti. Ben zaten kaybedeceğimi bile bile aday olmuştum. Bu benim demokratik hakkımdı. “Bir başına oturmaktansa, ben aday adayı olayım, kaybetsem dahi Feridun Bey çıkar, adaylığını ilan eder, mesele de böylece biter” diye düşünüyordum. Ancak ciddi engellerle karşılaştım. Saygı duyduğum adamlar beni yolda tuttular. Gel bu adaylıktan vazgeç dediler. Niye dedim? Haklı bir gerekçe söyleyeceklerini sandım. Dönüp bana dediler ki; “Urfa’da Belediye Başkanı olmak için eli değnekli olmak gerekir.” “Tamam” dedim değnekli olmak lazım ama bu değnekliler kimi dövecek? Düşünebiliyor musunuz kendi oylarınızla başınıza sizi dövecek bir adam getiriyorsunuz. Ben o dönemde 20 oy aldım. Feridun bey 104 veya 105 oy aldı. Benim aldığım 20 oyu bile çok yüksek gördüler.
Ondan sonra siyasete devam ettiniz mi?
Devam ettim ancak 80 ihtilalinden bir müddet önce Urfa’dan ayrılmak zorunda kaldım
Siz 1977 Genel seçimini de yaşadınız. Oradaki mücadelede nasıldı?
Size yaşadığım çok ilginç bir anıyı paylaşarak o dönemi özetleyebilirim belki.
Şimdi 77 seçimlerinde Sadık diye bir arkadaş geldi Urfa’ya. Soyadını hatırlamıyorum. İstanbul’dan geldi ama aslen Halfetili’ydi. Bir lisenin müdürüymüş, oradan ayrılıp Milletvekili olmak için Urfa’ya gelmiş. Hali vakti pek yok, biraz da uçta bir arkadaştı. Arkadaşlar da benim yanıma göndermişler kendisini. Geldi ikimizde birbirimizi tanımıyoruz. Bana “ben milletvekili olmak için geldim, bana yardımcı olacaksın.” dedi. Ben de ona ancak “gideceği yolları gösterebileceğimi, başka bir işe karışmayacağımı” söyledim . Sonra o seçim dolayısıyla köyleri dolaşmaya başladı. Para yok , pul yok. Biz de bu işin altından nasıl kalkacak diye düşünürken bir de baktık yanına bir bisiklet almış, bisikletle köylere gidip milletvekilliliği için propaganda yapıyor. İlk olarak bisikletle Bozova’ya gitti. Allah rahmet etsin, o zamanlar Bozova İlçe Başkanımız Ali Kemal’di. Sadık gidip bisikleti avluya bırakmış. İlçe binamızda ortada bir de havuz var o zamanlar. Girip içeri girişte boş bir sandalyeye oturmuş;
“Selamun Aleyküm”
Hiç kimse selamını almamış, aldıran yokmuş Sadık’ın gidişine. Biraz oturmuş sonra “bir dakika herkes bana baksın” diye seslenince, sonunda oturanların ilgisini çekmeyi başarmış. “Buyur” demişler. “Ben sizin milletvekili adayınızım, benimle ilgilenin.” Demiş. Öyle deyince herkes kalkıp bahçeye bakmış. Bahçeyi bir kolaçan ettikten sonra bakmışlar bahçede araba , taksi falan yok. Sadık’ın yanında gelen kimse de yok. Sadık’a “Sen tek geldin. Sen milletvekili olamazsın bu mümkün değil. Sonra sen nasıl partiye yardım edeceksin.” O zamanın parasıyla yüklü bir para istemişler . Sadık’ın o zaman cebinde toplasan 400 lira parası var, o parayla da milletvekili olabilmeyi düşünüyor. Diyor ki “ben para veremem. Param yok, daha doğrusu o kadar param yok.” Bisikletine atlıyor geri geliyor.
Bizim de o zaman Bahçelievler’de bir seçim büromuz var, orada oturuyoruz. İçeri Sadık girdi, Bir baktık ki sinirli , burnundan soluyor.
“Ne oldu Sadık Ağabey ?”
—“Ya hiç sormayın. Bozova İlçe Başkanlığı, İlçe Başkanlığı değil, Ankara İstanbul arasındaki bir benzin istasyonu gibi”
— “Niye ne var ?” Dedim.
— Oturur oturmaz benden para isteyip, partiye yardım edeceksin dediler… Ben de bıraktım kaçtım.
Sadık’a “sen vazgeç bu işten” dedim. Buna rağmen vazgeçmedi, Harran’a gitti. Harran’ın değişik köylerinde dolaşmış. Bir köyde yine selam verip içeri girmiş, adamı ayakkabıların yanına oturtmuşlar. Bozova’daki gibi yine adamı takan yok.
Kalkıp “ben milletvekili adayıyım” demiş. “Tamam, iyi” demişler. Kaldırmamışlar bile yerinden. Oturduğu yerde oturmuş, başlatmış anlatmaya. Dinlemişler sözde, hepsi de Sadık için Türkçe konuşmuş. Biri diyor ki “ağamın bir atı vardı, böyle böyle oldu” , öbürü Ağasının traktörünü anlatıyor. Herkes bir telden çalmış yani, Sadık’ın da asabı bozulmuş bunlar “Ağam, ağam” dedikçe,
“Ağanızın ne yaptığını, ağanızın neyinin olduğunu anladım. Şimdi siz ne istiyorsunuz, Siz nesiniz, siz onu söyleyin ? kendinizden bahsedin.” diye girmiş lafa
“Ulan şerefsiz sen ağamıza mı karşı geliyorsun” diye çıkışmışlar Sadık’a. Atmışlar dışarı. Sadık’ı pes ettiren olay bu oldu, vazgeçip, İstanbul’a döndü.
Şimdi ancak buradan bakarsanız Urfa’yı iyi görebilirsiniz. Urfa tam olarak bu. Şimdi soldan bir milletvekiline “sen ağamıza nasıl karşı geliyorsun” diyorlarsa, burada durup biraz düşünmek lazım. Bu şehir sol anlayışa uymuyor, biz sola uymuyoruz. Solu da kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Yani Urfa’nın solu farklı bir sol. Urfa Sol’u. Öyle olmaması lazım ama oluyor. Herşey o kadar zor ki !
Bekir Bey Urfa’dan dışarıya ciddi bir beyin göçü yaşanıyor. Sizler gibi farklı bakış açılarına sahip insanlar genelde Urfa’dan göç ediyor? Yeni jenerasyonda da çok fazla düşünen üreten kimse yok. Acaba nasıl bu duruma geldik. Sizin bu konuyla ilgili görüşünüz nedir?
Esasında bir çok insan var düşünen üreten ancak Urfa’da kendilerini özgürce ifade edip yaşayamadıkları için dışarıya gitmek zorunda kalıyorlar. Şimdi benim bu durumla ilgili bir tespitim var. Bence okuyan insan doğduğu kente döndüğünde yenilik getirir. Birikimlerini topluma aktarır. Fakat Urfa’da okuyan insan kente döndüğünde mevcut potanın içinde eriyor. Onlara benziyor. Bir şey getirmiyor, katmıyor.
Zaten benzeyemeyenler elenip gidiyor. Kalanların çoğu ise benzeyenler
Yapmış olduğunuz tespitlerden ötürü teşekkür ediyoruz. Son olarak bunlara eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Ben Urfalı hemşerilerimden şunu rica ediyorum. Lütfen farklı düşünen, farklı gören ve yaşayan insanlara tahammüllü olsunlar.
Hoşgörü beyin göçünü engeller ve şehir o zaman feodalitenin esaretinden kurtularak değişir ve gelişir.