Ömer Elçi
2 Aralık 2012
Çoğumuz, babamız henüz hayattayken onun yüzüne bir kere bile dikkatle bakmayız.
Baba, “baba” demeye alışkanlıktan başlarız.
Yıllarca babamızdan değil de, bir alışkanlıktan bahsederiz
Annemize,“babam bugün niçin gecikti?” diye sorarız; kardeşimize, “babam yine su istiyor,” der ve dertleniriz; bazen de “Babama hangi yalanı uydursam,” diye planlar kurarız kafamızda.
Baba, her seferinde, bize biraz uzak, biraz yabancı birisidir…
Her gün elbiselerini giydirip sokaklara saldığımız o “biraz” yabancının, zamanın karşısında nasıl da eriyip gittiğini fark etmeyiz bile…
Oysa ilkin ve hep onun elbiseleri yaşlanır, ilkin ve hep onun saçları ağarır, ilkin ve hep o öksürür…
Bir alışkanlığın perde gerisinden baktığımız o yüzde zaman, çizgilerden, girintilerden ve çıkıntılardan yeni bir yüz yapar; bunu da fark etmeyiz…
İçimizden az buçuk dikkat kesilenler bilirler ki, baba, gözaltlarındaki torbalarda yorgunluk biriktiren kederli göçmenidir evimizin…
Bir an gelir, gözaltlarındaki torbaların bağcığını gözlerinin feriyle bağlayamaz olur artık.
O iki bağcık da, hiç ummadığımız bir vakitte, hiç ummadığımız bir yerde çözülüverir…
Çözülüverir ve babamız, bizden sakladığı bütün yorgunluklarını orta yerde bırakıp, kederli yüzünü terk eder…
Biliyor musunuz?
Babamız bir gün gerçekten ölür! (anonim)
*
Babalarımızı, annelerimizi çocukluğumuzda, gençliğimizde anlamadık veya anlamak istemedik;
Babalar, anneler çoğunlukla çocuklarını anlamadı veya anlamak istemedi varla yoktaki yaşamda…
Yaşamda bilerek veya bilmeyerek oluşanları yok etmek, özür dileyebilmek, sarartılmış sevgi filizlerini yeniden yeşertip gülümseyerek sarılmak varken;yaşamda, incir çekirdeğini ağaçlandırır çoğunluk…
Yürek yangılarını yaşayan bilirken bir gün hepimiz ölürüz…