İbrahim Halil Okuyan
2 Haziran 2006
Ne gibi nimetlere gark’olacağımızı bilmeden peşinde koştuğumuz Avrupa Birliğine girişimiz kesin olmamakla beraber, daha 10-14 yıl koşacağımız kesin. Kesin olan diğer bir hususta bu yola baş koyduğumuz(!) günden beri, verdiğimiz ve daha da vereceğimiz tavizler… Bir yanda pek de gerçekleşemiyecek nimetlere gark’olma(!).. Bir yanda tavizlerle kahr’olma üstüne kahr’olma.. Utuzan biz olacağımıza göre galiba en iyisi şu AB sevdasında biraz mesafeli kalma olacağın en doğrusu.. Bakalım gelecek günler daha bizi nerelere götürecek?.. AB’nin yapısı haçlılarla dolu. Hilâli aday bir biz varız. Tarihte haçlının islâma elemden, zûlümden başka birşey verdiği görülmüş müdür? ıyi bir niyet taşıdığı duyulmuş mudur? 1400 küsûr yıl içerisinde bu gerçeğin aksine bir örnek gösterebilir misiniz? Hıristiyanların mayası fitne, fesat; karşısındakine birşey verir gibi oluyorsa bile “aşağılama” ile yoğurulmuştur. Bunlardan iyi bir davranış, köklü bir iyilik beklemek boşuna olur. Tarihte kanlı-bıçaklı olduğumuz günleri anmaya kadar gerilere uzanmağa gerek yok. Zaten bunları tarihler sebep ve sonuçlarıyla izah ediyorlar. Okuyan anlar, değerlendirir. Biz sadece şu AB yoluna niyet ettiğimiz yıllardan itibaren ele alıp bu günlere getirelim ve düşünelim, düşünelim. Kökü derinlere inmekle beraber 1950 li yıllardan itibaren Yunanlılarla aramızda bir “Kıbrıs meselesi” olduğunu dünyada bilmeyen kalmamıştı. 1957, 1963 ve 1974 yıllarında Kıbrıs’la ilgili önemli haraketler oldu. Sonunda Ada Güney Kıbrıs Rum devleti ve KKTC olmak üzere ikiye bölündü, kesin bir sonuç değildi ise de selâmete kavuştuk… Avrupa Birliğine girme sevdamızın koyulaştığı günlerde o zamanki AB devletleri çözüm bekleyen Kıbrıs sorununa aldırmadan alel’acele Güney Kıbrıs Rum Devletini AB’li yaparak kendi hakları ölçüsüne karşımıza diktiler. Bu açık bir kalleşlikti ama aldırmaz görünüyoruz. Tavizler vermeğe devam ediyoruz. Referandumda “Evet”i Türkler kullandığı halde AB’ye giren ve el üstünde tutulan Rumlar oldu. Bununla kalsa iyi. Yunanlılar, öbür AB ülkelerini de arkalarına alarak ıstanbul Rum Patrikliğine ekümenlik (Vatikan hakları gibi) istiyorlar. Heybeliada Ruhban Okulunun tekrar açılmasını, T.C.’nin değil de kendi şartları doğrultusunda eğitim yapmasını talep ediyorlar. Bir yandan ızmir-Selânik’i kardeş şehir yapma yanaşımları yaparken, bir yandan da aynı günlerde Selânik’e “Rum Pontus Soykırım Anıtı” dikerek düşmanlık tohumları ekiyorlar. Biz müslüman, hristiyan, mûsevi eserleri ayırımı yapmadan bütün tarihi eserleri onarır, restore ederken; onlar Türklere, müslümanlara ait ne varsa ortadan kaldırmak, camilerimizi meyhane, bar yapmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ülkelerinde “Ermeni Soykırımı” anıtları dikmek, soykırım günleri ilân etmek, ekmek parası için oralara sığınmış insanlarımızı ikinci, üçüncü sınıfı vatandaş sayıp, canlarını, mallarını korumamak tabii meşgaleleri durumunda.. Kıbrıstan askerimizi çekme istekleri (orada anlaşmalar sonucu bulunmalarına rağmen) hiç eksilmiyor. Fertler arası yanlış veya doğru bir muhabbet tesis edilse de uluslararası platformlarda bunlarla bir dostluk kurmamız, Ülkemize bir menfaat sağlamamız bizce ihtimal dahilinde değildir. Bir serap peşinde koşuyoruz. Demokrasilerde “Referandum” da bir çıkış yoludur. Bu serabın peşinde hızımızı arttırarak 42 yıldır koşuyoruz. Ama nedense “Millete danışma”yı hiç hatırımıza getirmiyoruz. Bize AB’nin içinde olmaktan ziyade AB kafasında olmanın özü, öz medeniyeti lâzım. Bu hızla ve samimiyetle çalışırsak, AB’ne girmeden de kendi içimizde gelişmeyi sağlar, onlara rahatça yarışabiliriz. Avrupa Birliğine girip bir kenarda, köşede unutulup sonlarda kalmaktansa, mihnetsizce dışında kalıp, her türlü değerlerimizi geliştirerek onların bize imrenmesi herhalde çok daha iyi olur. Zorla bir yere girilemiyeceğini de artık bilmeyen kalmamıştır sanıyorum. Geçen 42 yıldan beri bunu anlayamadıksa, ne zaman anlayacağız?..