Mehmet Göncü
15 Mart 2007
Memuriyetten 24 yıl önce emekli olunca, ejdad diyarı şanlıurfa’ya gelip yerleştim. Oturduğumuz binanın bir bahçesi vardı. ılk iş olarak bahçeyi temizleyip, çeşitli çiçekler ve güller diktim. Her emekli gibi, uyum stresi sürecinde bahçe dizaynı, bakım ve sulama ile yeni yaşama intibak etmeye çalışıyordum. Bir sabah çiçekleri sulamakla meşgul iken, toprak zeminin üzerinde yatan bir parmak boyunda mercimek büyüklüğünde, üç adet yaprağı ile kıl gibi nice kökü olan bir dut fidesi ile karşılaştım. Bana hüzünlü ve heyecanlı bir sesle şöyle söylediğini algıladım. “Hiçbir canlının önceden anasını, babasını ve nerede doğacağını belirleme şansı olmadığı gibi, bende üst katta oturan komşunuzun balkonundaki saksısında yanlış bir yerde dünyaya merhaba dedim. Bu sabah komşunuz balkondaki çiçekleri sularken beni fark etti. Saksıda dut ağacı olamayacağına göre beni çekip aşağıya attı. Güneş biraz daha yükselirse damarlarımdaki son damla suyu da kullanıp öleceğim. Aynı vardan var olduğumuza göre, kardeş sayılırız. Beni toprağa kavuştur ve yaşamama vesile ol ki, bende bu gezegendeki yaşama bütün gücümle eksiksiz katkıda bulunayım”dedi. O anda düşünmeye başladım. Hemen kendisini yerden alıp küçük parmağımla, deldiğim sulanmış toprağa diktim ve günlük işlerimle uğraşmaya başladım. Ertesi gün ilk işim küçük dut arkadaşı ziyaret etmek oldu. Yeni yerine uyum göstermiş, minnacık gövdesini dikleştirmiş, küçücük yaprakları canlanmış, “bu gezegende, fanide olsam yaşama katkı için bende varım” der gibi bana selam vermişti. Küçük dut ağacı sözünde durdu. Çok çabuk büyüdü ve yaşama katkıda bulunup, ekolojik sisteme dahil oldu. Aradan sekiz yıl geçmişti. Bir gün kibar bir zat olan bina sahibimiz bana gelerek, “Mehmet bey ben bu binayı yıkıp bahçeyide arsaya katıp, yerine çok katlı daha büyük bir bina yapacağım, bu nedenle kendinize lütfen yeni bir yer bulun” dedi. Kendim için değil, diktiğim ağaçlar ve düzenlediğim bahçe için çok üzülmüştüm. Mevsim yaz başlarıydı, ağaçları yerlerinden söküp başka bir yere dikmek çok riskliydi. Ama başkada çare yoktu. O sıralar bir şirkette müdür olarak çalışıyordum. Ve o şirketin Yenice Köyün’deki üretim sahasında ağaçlandırdığım geniş bir alan vardı. Yazın sıcağına rağmen binanın bahçesinden söküp getirdiğim ağaçları bu yere diktim. Dostum olan dut ağacı arkadaşıma da yaşaması için günlerce telkinde bulundum. Bilimin, tekniğin gerektirdiği bütün bakım ve özeni gösterdim. Bir ay sonra dostum küçük bir tomurcukla yeniden dünyaya “merhaba” dedi. Aradan bir on yıl daha geçti. Ben o işten ayrıldım. Ama dostumu ziyarete hâlâ sık, sık giderim. Meyveleri olan siyah dut meyvelerini toplayan çocukları gördükçe, kuşların dallarında ötüştüklerini duydukça varoluşun gizemindeki bu güzelliği yaradan Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler ederim. Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.