Sabri Dişli
31 Ocak 2008
Kapısının önünde lolaz ekmek yediğim, Pazar günleri 7 film birden izlerken, bir yandan da sade veya portalinli (portakal aromalı) gazozu zevkle içtiğim… Seyriyle genel kültürüme katkısı olan salon, harakiri yapmış sanki… Perdesini hançer gibi böğrüne saplamış.
Önceki akşam yazlık Atlas Sineması’nın perdesi rüzgâra yenik düşmüş… Yıkılan perde kışlık sinemanın tavanını delmiş…
Keskin sidik kokusuna karışan, cılk yumurta kokusuna rağmen bir başka âlemdi… Dünya klasikleri arasına girmiş; “Avare” “Mobidik” “Rüzgarla Gelen Adam” filmlerini o salonda izlemiştim.
Erol Büyükburc’u, Beyaz Kelebekleri, Neşet Ertaşı, Nuri Sesigüzel’i…. Rahmetli Babamın sunduğu, bazen organize ettiği konserleri… Henüz meşhur olmamış saf ve temiz delikanlı ıbrahim Tatlıses’i…
Urfa tiyatro topluluklarının oynadığı müsamereleri… Siyasi parti söylem ve kongrelerini ilk orada görmüştüm.
Yılmaz Güney’i, Hüseyin Peyday’ı o salondaki filmlerde tanımıştım. Hulusi Kentmen kadar iyi, Erol Taş kadar kötü olma karakterini ayırt etme nüansını o salonda öğrenmiştim…
Sinemamızın yozlaştığı “Kayıkçının küreği” gibi seks filmlerini… Film aralarına sıkıştırılan pornoları da ilk orada izlemiştim…
Zaten 70-80’li yıllarda başlamıştı Sinema salonlarındaki yozlaşma… Politize olmuş duyarlı gençleri, apolitikleştirme planının bir parçasıydı seks filmleri furyası..
şehir sinemalarındaki perdeler rüzgâra değil, Televizyonun evlere girmesiyle teslim olmuştu… Sinema salonları… Video… Korsan yayın, yıkılışın mayın ayağıydı…
Yozlaşma rüzgârı Atlas sinemasının perdesini yıkan rüzgâr gibi değildi, fırtına gibi sert esiyordu her saat…
Salonların pasaj ve otoparka dönüştüğü yıllarda bizim Atlas’ta payına düşeni almıştı… Kapalı otopark olarak kullanılıyordu uzun bir süredir…
*
Kaliteli Türk filmlerinin vizyona girmesiyle her şey birden değişmeye başladı… Sinema salonları öldükleri yerden yeşeriyordu… Bizim “Vatan” sinemasının “Emek” sineması adıyla yeniden yeşermesi gibi…
Çocukluk ve gençlik yıllarımızda bizi ilklerle tanıştıran Atlas sineması bir türlü düştüğü yerden kalkamadı.
Hani belki bir gün diyorum… Belki biri çıkar… Belki Kültüre önem veren yönetici… Atlas’ı alıp, bir güzel onarır… Türk Sinemasına büyük hizmet veren, hemşerimiz “Hüseyin Peyda”nın adını salona verir…
Belki biri çıkar… Bir gün… Salon kullanılamaz hale gelmeden…