Cüneyt Gökçe
2 Haziran 2006
Yüce Yaratıcı’nın yarattığı her şey kendine özgü bir eylem ve faaliyet içindedir. En ufak bir zerreden en büyük gezegene kadar mevcut olan bütün yaratıklar bitmek tükenmek bilmeyen bir çalışma, çaba ve gayret içerisindedirler. Bitki ve hayvanların tümü gece gündüz demeden sürekli bir faaliyet ve üretim içerisindedirler. Kuşkusuz insanoğlu özgün özelliği gereği çalışan ve çalışkan kafilenin başını çekmek ve öncülük yapmak zorundadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “ınsan için çalışmaktan başka bir şey yoktur” (Necm, 39) buyrulmak suretiyle insanoğlunun bu özelliğine dikkat çekilmekte ve “Çalışın!” (Tevbe, 105) emriyle de bu rol vurgulanmaktadır. Hz. Peygamberin “Allah’ım, tembellikten sana sığınırım” (Müslim, Zikir, 49) şeklindeki yakarışı da çok anlamlıdır. Emek ve çabaya büyük önem veren dinimiz, özellikle asalak yaşama ve benzeri hayat biçimlerini seçme olaylarını hiç tasvip etmemiş ve çok çok zorunlu olmadıkça* “el açma” hususunu şiddetle yermiştir. Dilencilik, insanı yüzsüzleştirir ve ar damarını yıpratır. Utanma ve edepli davranma özelliklerinin yok olmasını netice verir. şu da bir gerçek ki, genel itibariyle toplumda asıl muhtaç durumda olan insanların bir kenarda kaldığını ve ihtiyaç sahibi olmayan kimselerin ortalığı kuşattığını bir vakıa olarak görmekteyiz. Zaten, toplumdaki asıl ihtiyaç sahiplerini bulup tespit etmek ve onlara karşı olan sorumluluk ve vecibeleri yerine getirmek hamiyet sahibi insanların görevi değil midir? Hadis kaynaklarında yer alan şu diyalog gerçekten çok dikkat çekicidir. şöyle ki, bir gün Hz. Peygamber’e bir dilenci gelir. Hz. Peygamber dilenciye: Evinde neyin var? diye sorar. Dilenci: Yarısının üzerinde oturduğumuz, diğer yarısını da üzerimize örtü olarak kullandığımız bir sergimiz ile bir adet su kabımız var, cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Git, getir onları! talimatını verir. Adamın getirdiği eşya parçalarını açık arttırmaya çıkarır ve: “Bunları kim satın alır?” buyurur. Ashaptan biri “bir dirhem” ile satın alabileceğini belirtir. Hz. Peygamber duyurusuna devam eder. Bunun üzerine diğer birisi iki dirhem verebileceğini söyleyince ona satar ve dilenen adama dönerek: Bu paranın yarısıyla çoluk çocuğuna yiyecek bir şeyler al, diğer yarısıyla da bir balta satın al ve bana gel, buyurur. Adam baltayı alıp gelince bizzat kendi mübarek elleriyle baltaya bir sap takar ve: Git odunculuk yap ve sat; on beş güne kadar da gözüme görünme, direktifini verir. Adam emredileni yapar ve on beş gün sonra elinde on dirhemle sevinçli bir şekilde Hz. Peygamber’e gelir. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu anlamlı açıklamayı yapar: Böyle yapman, kıyamet gününde alnında dilencilik lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır… (Ebu Davud, Zekât, 26) El emeği alın teri ve göz nurundan daha değerli bir şey düşünülemez. ınsanlığa örnek olan peygamberler bu yolu seçmişler ve kendi kazançlarıyla geçinmeyi çok önemsemişlerdir. Her bir peygamberin bir meslek erbabı tarafından “pir” kabul edilmesi, emeğe verilen değer bakımından çok manidardır. Nitekim çiftçiler Hz. Âdem’i, marangozlar Hz. Nuh’u, terziler Hz. ıdris’i ve çobanlar Hz. Musa’yı kendileri için önder olarak görmektedirler. şu halde, kişinin imkânlar ölçüsünde kendisini geçindirmeye çalışması en makbul ve en gerekli şeydir. Dilenciğin ortadan kalkması veya en aza indirilmesi diğer bireylerin bilinçli davranışlarına bağlıdır. Elini açan her insana, verilecek her yersiz destek bu kötü alışkanlığa bir katkıdır. Bu konuda herkesin ve her kurumun duyarlı davranması şarttır. Toplumun medeniyet düzeyinin yükseltilmesi şuurlu davranışlarla doğru orantılıdır. Dilencilik, insanın şahsiyetini zedeler ve kişilik kaybına sebebiyet verir. Dilencilik, edep ve terbiyeyi yok eder ve ar duygusunu ortadan kaldırır. Dilencilik, sağlam fıtrata aykırı bir durumdur. Çalışan ve çalışkan olmamız dileğiyle…