Mahmut Çepoğlu
11 Aralık 2006
Bu yazıda ne acı kahvenin ne demek olduğunu ne de mırranın nasıl yapıldığını anlatmayacağım. Hele yararı ve zararı hiç bizim işimiz değil. Ancak “doktorların işidir” deyip de geçiştirmeyeceğim. Elbette onların önerileri bizim için çok önemli. Ancak kahvenin sosyal yaşantımızdaki yerini, toplumsal gelişmedeki katkısını sizlerle bölüşmek gerekmektedir. Kahvenin öz geçmişine öğrenmek isteyenlere kısa bir not.… Ekvatorun sıcak bölgelerinde yetişen bilimsel adı “Coffea” adı verilen ağacın meyvesinin dilimize kahve olarak geçen uyarıcı özelliği olan kahve, 14 yüzyılda Etiyopya’nın yüksek yerlerinden elde edilmiş. Araplarca Yemene getirilerek yetiştirilmiş. Onun için bizim türkülere “kahve Yemen’den gelir” şeklinden geçmiştir. 1500 lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından Yemeden alarak gittiği her yere beraberinde götürmüş. “Kahveyi kaynatırlar, fincana damlatırlar” deyip ikram etmeye başlamışlar. Kahvenin bulunmasının efsanesine gelince…Bir çoban, tüm sürüsünün yorgunluktan bitap düşüp dinlendiği bir sırada, bir keçinin hep uyanık kaldığı ve zaman zaman sürüden ayrılarak bir yere gittiğini görür. Çoban bunu takip eder ve keçinin o çevrede hiç rastlamadığı bir ağacın yapraklarını ve meyvesini yediğini görür. Bunun uyarıcı yanını olduğunu anlayan çoban o ağacın meyvesinden kaynatıp suyundan içince, damağına bir tat geldiğini, uykusunun dağıldığını ve daha zinde, dinç kaldığını görür. Zamanla kavrulup çeşitli hallerden sonra bugüne geldiğini öğreniyoruz. Kahveye öyle değer vermişiz ki “ bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var” demiş atalarımız. Her halde mırra tadımlık olduğu için hatırı olmadığı gibi artık bulaşıcı hastalıkları taşıma riskini de beraberinde getirmekte… ınsanımız işinde kolayını bulmuş, kavanozlarda sunulan neskafeyi sulandırıp kaynattıktan sonra, mırra diye ikram ederken ilk yanlışı burada yapıldığı; diğer yanlışlar peşi sıra geldiğini görüyoruz. Bir fincandan, birden fazla kişiye, art arda ikram edilmesiyle yanlışlara devam edilmekte… Kahvenin yaşantımızda bir zamanlar büyük bir önemi vardı. Sokaklarda, çarşı pazarda acı kahve satıldığı gibi işyerleri gezen, bu işi kendine meslek edinen seyyar kahveciler vardı. Müşterileri azaldıkça kahvecilerde sokaklardan çekilir oldular. Bu meslek karın doyurmadığı için sürdürülmesine de gerek duyulmadı. Mırranın bu gün ilimizde ayakta kalmasının tek nedeni, bana göre taziye evleri ve düğün davetleridir. Barışın ve muhabbettin tatlılığını da yüklenen yine odur. Neden diyecek halimiz yok? Çünkü taziye evlerinin pratik ve en önemli ikramı acı kahve (mırra) dır. Kahve verilmeden misafir kalkmaz, mutlaka bir acı kahvenin içilmesi istenir. Yürek acısıyla damak acısını buluşturma… Acıyla acıyı bölüşme… Son dönemlerde şehrin çeşitli semtlerinde açılan taziye evleri acı kahve (mırra)nın yeniden canlanmasına neden oldu. Bu mesleği bırakmış olan bazı kimseler, taziye evlerinde kahve sunmak için yeniden bu işe talip oldular. Son dönemlerde, bir-iki fincandan peş peşe sekiz on kişinin aynı fincandan kahve içmesinin ne kadar doğru olduğu sesleri yükselmeye başladı. Doktorlar bunun bilimsel izahını yaparken, din adamları da bu konuda rahatsızlıklarını dile getirmektedirler. Sağlık yönünden enfeksiyonel hastalıklara neden olduğu, bu hastalıkların her gün biraz daha da çoğaldığını söyleyen doktorları dinleyen yok sanırım. Halkın hala bu geleneğini sürdürmekte olması, sağlığa ne derece ilgisiz olduğumuzun göstergesidir. Ancak acı kahvenin kaldırılması değil; bir fincan yerine bir düzine fincanın kullanılması, sağlıklı olacağının izahını yapmaktadırlar. Eskiden fincan bulunmuyordu. Onun için az fincanla çok misafir ağırlama gibi bir hizmet sunuluyordu. Mırranın içilmesinde dikkat edilecek kaide ve kuralların farkında olmak gerek. Bir iki insana mırra ikram edildiği zaman küçük fincanlar kullanılır. Bu sayı ikiden fazla olduğu zaman büyük fincanlar kullanılır. Fincan her insana verildiği zaman fincan çevrilerek ikram edilir ki; kimse kimsenin dudak yerinden içmesin. Bu sayı en fazla üçtür. Üç kişiden sonra fincan sıcak su ile yıkanır hijyenik duruma getirilir ve misafirlere yeniden ikramda bulunulur. Kimileri insanların aynı bardak ve fincandan içmesini peygamberimizin “müminin artığı şifadır” hadisine dayandırmakta iseler de yorum isteyen bir konudur. Çünkü peygamberimiz hastalıklardan korunmayı emretmiştir. Peki biz kimin hastalıklı olup olmadığını nasıl bile biliriz. En iyisi içilmemesidir. Yorum ve tevile bağlı konularda şüpheye düşülecek gelişmelere karşı tedbirli olmamızda yarar vardır. Bir zamanlar kaşık çatal yokken elle yenirken, bu gün bunun sürdürmenin kime faydası olur. Yine çay nasıl misafirlere ayrı bardaktan ikram ediliyorsa, kahvenin de ayrı fincanlardan ikram edilmesinin toplumun sağlığı açısından önemlidir. Bazı tasavvuf ehli, tekke ve tarikat mensupları “birbirinin artığını içerek şifa bulma” değil “şifa kapma!”olduğuna inanıyorum.