Ebru Okutan Akalın
17 Mayıs 2005
Sizi tanıyabilir miyiz?
1955 Urfa doğumluyum. ıÜ Hukuk Fakültesini 1975 yılında bitirdim. 1978 yılından beri avukatlık yapıyorum.
Bir de tarihçi kimliğiniz var.
Tarih meraklısı diyelim. Hep ‘şifahî’ yaşadıkları için, önceki kuşaklar bize fazlaca yazılı kaynak bırakmamışlar. Cumhuriyetin ilânından 1980’lere kadar Urfa ile ilgili yayınlanan kitapların sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Bu nedenle Urfa’ya ait her şey ilgimi çeker. Ama Urfa’nın yakın tarihi , özellikle ilgi alanımdır.
Bu boşluk mu sizi tarihe yöneltti?
Tabii. Daha öncesini bir tarafa bırakın, düşünün 16. yüzyıl başlarında Osmanlı egemenliğine giren Urfa’nın 20. yüzyıla kadar olan tarihine ilişkin tek bir eser yoktur. Yine, Urfa’nın kurtuluşuna katılmış olan muhariplerin çoğu 1960’lere kadar sağdı. Ama hatıralarını yazan ya da onlarla röportaj yapmış olan üç kişi bulamazsınız.
Yayınlanmış kaç kitabınız var?
Bu güne kadar beşi Millî Mücadele dönemiyle ilgili , birisi de gazetelerde yayınlanan yazılarımı toplamış olduğum, toplam altı kitabım yayınlandı.
Yayınlamayı düşündüğünüz başka çalışmalarınız var mı
Baro’daki görevim sona erdiğinde bu soruya evet deme şansım artacak.
Yayın yaşamının 1980’den sonra canlandığından söz ettiniz.
Evet. Son yirmi yılda çok güzel çalışmalar yayınlandı ama yine de çok eksiğimiz var. Hâlâ ciddi ve ayrıntılı bir Urfa tarihi yok.
Sosyal ve Kültürel yaşamda da aynı mahrumiyet söz konusu mu?
Elbette. Urfa çok özel bir şehir. Akademisyenler , araştırmacılar için sonsuz imkânlar sunuyor. Romancılar, sinema adamları için paha biçilmez malzeme var. Turizmcilerin bir haftalık tur düzenleyip gezdirebilecekleri mekânlara sahip. Son yüz elli yılda aldığı üç-beş göç dalgasıyla harmanlanan toplum dokusu sosyologlar için muhteşem bir laboratuar.. Ama bu konuların araştırılması ve sunulmasıyla ilgili çalışmalar yok denebilecek kadar cılız. Yani bu konularda da mahrumiyet içindeyiz.
Sizce bunun sebebi ne?
Yetişmiş insan gücü ve organizasyon eksikliği. Urfa’da burjuva sınıfının büyük çoğunluğu Urfa’yı terk etti , kalanlar da çizgili pijamalarıyla akşamları televizyon karşısındalar. Parayı ele geçiren yeni sınıfın ise var olan kültürle bir yakınlığı yok. Öte yandan bu konuları yönlendirecek, nasılsa para harcayacak olan kamunun ve özel kişilerin danışma zorunluluğu olan ve uzman sivillerin karar mekanizmasında yer aldığı yetkili bir üst kurul yok. Tek tük iyi şeyler dışında herkes geleneksel kültür ya da turizm adına aklına eseni yapıyor. şu anda tam bir mirasyedi gibiyiz.
Bir dönem siyasetle de aktif olarak ilgilenmiştiniz. ılginiz devam ediyor mu?
Yurttaş olarak ilgimin devam etmesi tabiidir. Mesela oy kullanmayı hiç ihmal etmem. Aktif siyasetin bizim gibi sıradan insanların işi olmadığını ise yaşayarak öğrendim.
Başka ?
Seçmen eğilimleri konusunda fikir sahibi oldum. Seçmene göre dört tip politikacı vardır : 1) Kendisi yemeyen ve kimseye yedirmeyen politikacılar . Bu tipler sevilmez. 2) Kendisi yiyen fakat kimseye yedirmeyen politikacılar. Seçmen bunlardan hiç hazzetmez. 3) Kendisi yemeyen ama etrafının yemesine göz yuman politikacılar. Bunlara seçmen tarafından sempatiyle bakılır. 4) Kendisi yiyen ve etrafına da yediren politikacılar. Bunlar seçmenin bayıldığı tiplerdir, favorisidir.
Peki mücadele edip bu zihniyeti değiştirmek gerekmiyor mu?
(Affedersiniz) Kadın satıcılarının çoğunluğu oluşturduğu bir beldede fuhuşu kaldıracağım diyerek belediye başkan adayı olursanız, kaybedersiniz.
2004 yılı Ekim ayında Baro Başkanlığına seçildiniz. Baro nedir, ne iş yapar.?
Avukatlık Yasası’na göre, Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.
Bilindiği gibi Anayasamıza göre Türkiye bir hukuk devletidir. Barolar meslekî düzeyde adaletin sağlanması için görev yaptıktan başka , toplumsal ilişkilerde hukukun üstünlüğünü egemen kılmak, insan haklarını savunmak ve korumak için de yasa tarafından görevlendirilmişlerdir.
Bu amaçlarla ilgili ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Bir CMUK merkezimiz ve bir Adli Yardım büromuz var. Bilindiği gibi Adlî Yardım, avukatlık ücretlerini ve diğer yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanlara Kanunda yazılı avukatlık hizmetlerinin sağlanmasıdır. Avukat tutamayacak olan yoksul insanlara avukat tayin etmekteyiz. CMUK merkezi ise CMUK gereğince güvenlik makamları ya da adlî makamlarca yapılan avukat taleplerini karşılamaktadır.
Bunların dışında çeşitli komisyonlarımız yukarıda sayılan amaçlar doğrultusunda çalışmalar yapmaktadır. ınsan Hakları, Kadın Hakları ve Çocuk Hakları komisyonlarımız okullarda ve mahallelerde yurttaşları hakları konusunda bilgilendirmekte, adaletin kavramının gelişmesi ve yerleşmesi için hukuksal çalışmalarda bulunmaktadırlar.
Avrupa Birliği süreci bizim yasaları nasıl etkileyecek?
Anayasa’nın 90/son maddesinde 2004 yılı mayıs ayında yapılan değişikliğe göre, usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş olan milletlerarası andlaşmalarla yasalarımızdaki hükümler çatıştığında , andlaşma hükümleri uygulanacaktır. Yani bu değişiklikle, milletlerarası andlaşmalar bir iç/üst hukuk kuralı haline gelmiştir.
Yeni Ceza yasaları bu çerçevede mi değiştirildi?
Hayır. Çok uzun bir süreden beri TCK’da yapılacak değişikliler için tasarılar hazırlanmıştı. AB raporlarındaki eleştiriler de dikkate alınarak yeni TCK ve ilgili yasalar düzenlendi.
Hala tartışmalar sürüyor ama.
Doğru. Yürürlük maddesi bu nedenle 1 Nisan’dan 1 Haziran’a ertelendi. Bu süre içerisinde kamuoyunda ve meslek kuruluşlarınca yapılan eleştiriler incelenip kabul gören hususlar değiştirilecek.
En çok eleştiri basından geldi. Gazeteci gözüyle yakından izlemiş olmalısınız. Eleştirilen neydi?
Bir çok kurumdan eleştiri geldi. Medyanın gücü dolayısıyla basının eleştirileri öne çıktı. 2004 haziranında yürürlüğe giren yeni Basın Yasasında yayınla gerçekleştirilen suçlar için para cezası öngörülüp hapis cezası kaldırılmışken aradan birkaç ay geçtikten sonra çıkartılan yeni TCK ile hapis cezaları geri dönüyor. En çok tepki buna. Ayrıca bazı suçların yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın artırılması da yanlış bulunuyordu.Sözgelimi birine hakaret etmenin suçu üç aydan iki aya kadar hapisken hakaretin basın yoluyla işlenmesi halinde ceza üçte bir oranında artırılmaktadır. Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü ya da sesleri ifşa etmenin cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Ancak bu suç basın-yayın yoluyla işlenirse cezası yarı oranında artırılıyor. Yine, ıftira suçu basın yoluyla işlenirse etkin pişmanlık (soruşturma başlamadan iftiradan dönme) indiriminden yararlanamıyor. Bu ve benzeri hükümlerin değiştirilmesi isteniyor.
Değiştirilecek mi peki?
Eleştirilerin kısmen dikkate alınacağını düşünüyorum. şu anda TBMM’de görüşülüyor.
EDiTÖRDEN
EBRU OKUTAN
Tarih ve Hukuk Sohbeti
şanlıurfa Barosu, insanlarımıza yasal haklarını anlatma, adalet kavramının geliştirilmesi yönünde olumlu çalışmalar yürütüyor.
Okullarımızda öğrencilere ve velilere yönelik “ınsan Hakları, çocuk hakları, kadın hakları” konusundaki eğitim çalışmalarını gerçekten çok önemli buluyorum.
Ancak son zamanlarda TCK’da yapılan değişimin birçok kesimde tepki alması nedeniyle şehrimizde bu konuda en yetkili isim olan Sayın Baro Başkanı Akalın’la daha çok hukuki alandaki problemleri konuştuk .
Sohbetin ilerleyen yerlerinde ılimizin tarihi ve kültürel açıdan bulunduğu yeri anlatırken de belli ki çok doluydu
Urfa’nın tarihine özel bir ilgi duyan ve Kurtuluş savaşı ile ilgili belgeleri her fırsatta yayıncılarla paylaşan Av.Müslüm Akalın, Urfa’nın son derece zengin bir tarihi ve kültürel bir potansiyele sahip olmasına rağmen bunu yeterince kullanamadığını vurguluyor ve ekliyor: “Mirasyedi gibiyiz”
Farkında mısınız, son zamanlarda buna benzer sözleri ne kadar sık duyar olduk..
Urfa’yı yaptığı ziyaret sırasında dünyanın birçok ülkesini dolaşmış olan Haberci programının yapımcısı ve sunucusu Coşkun Aral Urfa’ya hayranlığını ; “Bu şehir ıtalya veya ıspanya’da olsaydı turist koyacak yer bulamazdınız” cümlesiyle dile getiriyor.
Bu gibi cümleler sadece uzay boşluğundaki yerini almamalı ve bir an önce eskiden çok duyarlı oldukları rivayet edilen ve ciddi anlamda basının yönlendirebildiği yerel yöneticiler tarafından somut adımlar atılmalı. Halepli Bahçe Projesinin ilk adımlarını geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan’ın katıldığı bir törenle atan sayın Belediye Başkanımıza da böylesine güzel bir projeyi başlattıkları içinde teşekkürü bir borç biliyorum.
Bundan sonra en büyük ümidim Müslüm Akalın gibi maalesef gittikçe bozulan toplum yapısının içinde kişiliğini muhafaza edebilmiş, belli bir çizgisi olan ve ona yakışır davranan Urfalıların etkinliğinin artması ve yeniden yapılanmaya başlayıp hak ettiğimiz yere kavuşmamızdır.
Doğru kişiler, doğru yerlerde olursa hayaller neden gerçek olmasın?