Cüneyt Gökçe
21 Nisan 2008
Kişi, her dilediğini elde edemez;
Bazen rüzgâr gemicilerin istemediği yönden esebilir.
Bu noktada asıl önemli olan, sevgide samimi olmak ve içten esen bir sevgi şuuruna sahip bulunmaktır. Kuşkusuz kontrollü sevgi, kişiyi sıkıntıya sokmaz; neyi/kimi, neden ve niçin sevdiğini ya da sevmesi gerektiğini bilmek bu mantığın ana unsurunu teşkil eder.
Sevmek de sevilmek de “karşılık” gördüğü takdirde daha anlamlı hale gelir. Örneğin, Hz. Peygamber’in bizi ne kadar sevdiğini biliyor muyuz, bize ne kadar bağlı ve bağımlı olduğunun farkında mıyız?
Dilerseniz bu sorunun bir cevabını Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’den birlikte dinleyelim:
“Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” ( Tevbe 9/128)
şu sevgiye bakın ki:
a) Her şeyden önce O, bizden biri; aramızdan çıkmış bulunmakta ve Yüce Allah O’nu çok üstün kıldığı halde seviyemize inerek bizi muhatap kabul etmekte ve Rabbinin buyruklarını bizimle paylaşmaktadır. Görevini tam anlamıyla yerine getirmekte ve tebliğ vazifesini ihmal etmemektedir.
b) Bizim zahmete uğramamız ve sıkıntı çekmemiz O’nu çok üzmekte; O’na ağır gelmekte ve son derece üzülmektedir. Kendi sıkıntısına önem vermez ama bizim sıkıntıda olmamıza tahammül edememektedir. Bizim rahatımız için pek çok sıkıntıyı göğüslemekte ve adeta kendisini bizim için feda etmektedir.
c) Bizim uğrumuzda çektiği sıkıntılar sadece fiziki sıkıntılardan ibaret değil; içten ve kalben üzülmekte ve adeta kalbi bizim için titremektedir.
d) Bizim hatalarımızla değil; engin hoşgörü ve müsamahasıyla bize muamele etmekte şefkat ve merhametin zirvesini bizim için kullanmaktadır. Yanlış yapmamıza rağmen O; bize acımakta, üzerimize titremekte ve bizi sevgiyle kucaklamaktadır. Hatta bu dünyada bizim için çektiği cefalarla yetinmemekte; kendisine tanınacak imkânların en güzelini ahiret yurdunda da bizim için kullanacağını beyan buyurmaktadır.
Kendisine kulak verelim:
“Her Peygamberin, mutlaka kabul edilen müstesna bir duası vardır. Ben, bu istisnai duamı, Allah kısmet ederse, mahşer günü ümmetim namına şefaat olarak kullanmak üzere saklamaktayım. “
Hatta Yüce Allah, kendi zatını sevmemizin Resulüne uymakla ispatlanabileceğini belirtmektedir. Yani, Allah’ı sevdiğimizi iddia ediyorsak, bunun ispatı Resulüne uymaktan ibarettir. Nitekim Yüce Allah buyuruyor ki:
“Ey Resulüm! De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın’. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i ımran 3/31)
Evet, görüldüğü gibi; Allah’ı sevdiğini ileri süren mü’min, O’nun Peygamberine uymak ve direktiflerini yerine getirmek durumundadır. Böylece Allah’ın sevgisi ile birlikte af ve mağfiretini de hak eder.
Bizi çokça seven ve içtenlikle üzerimize titreyen Hz. Peygamber’i sevmemiz, her an O’nun hayaliyle yaşamamız ve O’na karşı olan görev ve sorumluklarımızı yerine getirmemiz gerekmez mi?
Çünkü Kur’an’ın deyimiyle:
“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.” (Ahzab 33/6)
Bize bu kadar düşkün olan Peygamber’in bize bizden daha yakın ve öncelikli olmasından daha doğal ne olabilir ki!
Kur’an, O’nun için yapmak durumunda olduğumuz bir başka görevi de şöyle hatırlatmaktadır:
“şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber’e salât ederler/destek verirler/onun şanını yüceltirler. Ey inananlar! Siz de ona destek olun/onun şanını yüceltin ve ona içtenlikle selam verin.” (Ahzab 33/6)
Bu sevgideki ciddiyetimiz başka sevgilerimiz için de örnek teşkil eder.
Sevgilerimizde samimi olmamız niyazı ile…