İbrahim Halil Okuyan
4 Mart 2016
Orta
Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın
önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Hunlar döneminden itibaren
kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul
edildiğinden kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Göktürklerde ve Uygurlarda kağanın
karısı hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnamelerin
yalnız Kağan namına değil Kağan ve hatun namına ortaklaşa imza edilmektedir.
Orhun
Kitabeleri?nde devlet işlerini bilen Katunlardan (hatun) söz edilir. Kağanın
hanımı olan Hatun da tıpkı Kağan gibi töre ile bu makama oturur ve kağan ile
birlikte ülkeyi yönetmektedir.
İslam’ı
seçen ilk Türk dilli halklardan biri İdil Bulgarlarıdır.
Günümüz
Rusya Federasyonu’nda ,Tataristan Özerk Devleti’ne denk düşen bölgede yaşamış,
Bu halkın hükümdarı İlteber Almış Han, Bağdat’taki halifeye bir mektup
göndermişti. Kendilerini sıkıştıran Yahudi Hazarlar’a (ki bir başka Türki
kavimdir) karşı halifeden destek talep etmişlerdi. Bir kale ve cami yapımı için
maddi yardımın yanı sıra, halka İslam’ı öğretecek kişilerin gönderilmesini
istiyorlardı. Halifenin gönderdiği heyette 4000 altınla birlikte İbn Fadlan
adlı bir alim de bulunuyordu. İbn Fadlan, Onuncu yüzyılda yaşamış bir Arap din
bilgini ve gezginidir.
İdil
Bulgar Hanlığına doğru, Sevsen el-Rassi adlı elçinin başkanlığında 21
Haziran’da 921 de Bağdat’tan yola çıkan heyetin;
Rey,
Nişabur, Merv, Buhara ve Harezm üzerinden 12 Haziran 922 de Bulgar Hanının İdil
(Volga) ırmağı boyundaki karargâhına yapılan seyahati yaklaşık bir yıl
sürmüştür.
İbn
Fadlan; Dönüşte gördüklerini ve yaşadıklarını, bir seyahatname olarak
yayınlamıştır.
Bu
eserden Eski Türk Toplumlarında kadının yeri hakkında önemli bilgiler elde
etmekteyiz.
Gelin,
Önemli bölümü henüz Müslüman olmamış Türkleri İbn Fadlandan dinleyelim:
“Türkün yurdundan bilmediği bir insan geçse,
Ona ‘Ben senin misafirinim. Develerinden, hayvanlarından, malından şu kadar
ihtiyacım var’ dese Türk ona istediğini verir. Bu TÜRK’ÜN BİR GELENEĞİDİR…
Türkler;
Zina diye bir şey bilmezler. “Erkekler, kadınlar” birbirlerinden kaçmazlar.
Bununla beraber asla zina etmezler.
”
HÜKÜMDARIN HUZURUNDA “
Hükümdarın
yanına 12 Mayıs 922 Pazar günü vardık… Halife’nin mektubunu okudum. Sonra
hediye gönderilen kokuları, elbiseleri, hükümdara ve karısına gönderilen
incileri çıkardım. Hükümdara ve eşine birer birer takdim ediyordum… Karısı
hükümdarın yanında oturmuştu. Bu onların âdeti ve tarzıdır.
İslam
öncesi Türk kadınlarına verilen önem hakkında başka örnekler de verilebilir.
İbn
Fadlan, Türk toplumunda kadınların yeri ve öneminin şaşırtıcı bir durumda
olduğunu itiraf etmekte ve bu hayretini gizleyememektedir.
Fadlan,
Hatun’un hükümdarın yanında oturduğunu, Bunun Türklerin âdeti olduğunu, Hatun’a
hilat giydirilince Hatun’a ait kadınların, Hatunun üzerine gümüş para
saçtıklarını, Türk kadınlarının asla erkeklerden kaçmadıklarını haber
vermektedir.
Çinlilerde
ise; Kadın, insan sayılmaz, ona isim bile verilmezdi. Çoğu zaman kız
çocuklarına isim verilmez, “bir, iki, üç” diye çağrılırdı. Hayatı
boyunca bir erkeğin nüfuz ve otoritesi altında bulunmak zorundaydı.
Hristiyanlar
ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır.
İngiltere’de;
XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Kadın “murdar” bir varlık
sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry
devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.
İngiliz
piskoposu Dour’un 1888 yılında vaaz verirken; “Bundan yüz sene öncesine kadar
kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması
da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne
zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı.” Diyordu. Erkek çocuklar ise; Analarına
ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”
Eski
Romalılar ise; Kadını her kötülüğün anası saydıkları için evliliği
benimsemezlerdi. Eğer kadın kız doğurursa veya sakat çocuk doğurursa kocasının
onu öldürme hakkı vardı. Kocası öldüğü zaman kadına miras kalmazdı. Kadının ev
işlerini ihmal etmesi boşanma sebebi sayılmaktadır. Kadının mahkemeye gidişi ve
şahitliği yasaktı.
İran’da
ise; Kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu
sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle
Mazdeizm’in popüler olduğu dönemde.)
Cahiliye
Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip
olmak onursuzluk sayılmıştır.
Hint
anlayışında evlenmenin esas gayesi babaya varis olabilecek, Babanın
günahlarının affedilmesi için aile dinini devam ettirebilecek bir erkek çocuğa
sahip olmaktır. Erkek çocuk aile için saadet, kız çocuk ise felaket
sayılmaktadır. Eğer erkek kısırsa “karısının bir başkasıyla birleşmesine”
müsaade ederdi. Dul kadınlar yeniden evlenemezdi. Ölen kocasının öbür dünyada da
onun sevgisine ihtiyacı olduğu düşünülerek yakılarak öldürülürdü. Ölen
kocasının üzerinde yakılan kadın, sadık ve saygı değer bir zevce olarak kabul
edilirdi.
Türk
kadınının sahip olduğu geniş yetki, pek önemli yer ve statü, İslami geçiş
döneminde dikkat çeken gerilemeyi
beraberinde getirmektedir.
İslam
dininin kabulü ile Türk toplum hayatı üzerindeki etkilerine bakıldığında
Türklerin İslam’ı kabul etmeleriyle sadece dinî inanışları değişmemiş ayrıca
toplumda siyasal ve toplumsal değişiklikler de yaşanmıştır.
Türk
insanı İslam’a girdikten sonra bir taraftan kendi örf ve adetlerini korumaya
çalışırken bir taraftan da Arap, Fars ve ileriki dönemlerde Bizans kültürünün
etkisine maruz kalmışlardır.
İbn
Fadlan’ın satırları üzerinden neredeyse 1100 yıl geçti. İnsanlık tarihi için
oldukça uzun bir dönem.
Son
yıllarda tarih daha çok Doğu ¬Batı ekseninde ele alınıyor. Ama işin bir de
tarihsel Kuzey¬ Güney ekseni var ki, genellikle gözden kaçıyor. Oysa aynı saat
diliminde yaşayan Araplar, Türkler, Ruslar, Yahudiler ve hatta Rumlar, kendi
aralarında hem çok köklü ilişkilere, hem de çok keskin çatışma alanlarına
sahipler. Türkiye bulunduğu nokta itibarıyla, Hem Doğu¬ Batı, hem de Kuzey¬
Güney ekseninin adeta kilit taşı gibi. Malum, klasik mimaride kilit taşı, binayı
ve kubbeyi bir arada tutan en önemli parçadır. Ortadoğu’da tutuşturulan ateşin
her şeyi kaplamasını istemeyenler, Kilit taşını özenle korumalıdır.
Sözün
Özü
5
Aralık 1934 tarihli kanunla milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde eden
Türk Kadını geçen zaman içinde hak ettiği yere kavuşmamıştır.
Türkiye’de
kadın olmak; Şiddetin her türlüsüne maruz kalarak Dünya istatistiklerinde İlk
sıraları almak da olabilir, Ana sıfatıyla taçlanmış Toprak gibi bereketli olmak
da.
Türkiye’de
kadın olmak; Doğduğunda, Herkesin sessizleştiğine dair deyişlerin öznesi
olmakla da birdir,
Yuvayı
yapmanın sorumluluğunu taşımakla da.
Türkiye’de
kadın olmak; Eşitlikten bahsedince “çirkin feminist” diye aşağılanmak, Kendini
ifade ettiğinde “Hafif Meşrep” likle suçlanmaktır.
Türkiye’de
kadın, acemisi olduğumuz bir kelime. Çoğu kadının bedeninden utanması bir yana,
Kadın demeye utanır kimileri, “Bayan” vardır en nazik söylemlerde.
Daha
samimisi “Bacı” olur belki.
Saygılarımla..
İbrahim
Halil Okuyan
İnşaat
Yüksek Mühendisi
4.Mart.2016
ŞANLIURFA