Nejat Karagöz
29 Mart 2012
Aziz okurlarım, bu yazıda Urfa’nın eğitimde, yaşam kalitesinde ve benzeri kriterlerde niçin ve nasıl Türkiye sıralamasında en sonlarda geldiğinin de cevabını bulabileceksiniz.
28 Şubat sürecinin bütün hışmıyla devam ettiği günlerdi.
Refah-Yol hükümeti devrilmiş, yerine milletvekili pazarlarından devşirilen üyelerin de desteğiyle kukla bir hükümet kurulmuştu…
Bu hükümetin ilk icraatı, Refah-Yol’un getirdiği, kamu ekonomisinde belki de reform niteliğindeki bir sistem olan “Havuz” sistemini kaldırmak oldu. Ardından darbecilerin çok istediği eğitim reformu(!) geldi. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri uygulana gelen eğitim sistemini yani beş yıllık zorunlu temel eğitimi sekiz yıla çıkaran düzenlemeler yapıldı ve yürürlüğe sokuldu. O günlerde de pek çok itiraz vardı ve fakat hiç biri fayda etmemişti
Sekiz yıllık zorunlu temel eğitim bugünlere kadar geldi. Geldi ama Türkiye genelinde eğitimin kalitesinin de günden güne düşüp, yerlerde süründüğüne ise şahide hacet yok…
Ancak gene de bu durumun bütün vebalini bu sisteme yüklemek adaletli olmaz. Çocuklarımızın altıncı sınıftan itibaren sınav manyağı haline getirilmesinin yarattığı rantı kapabilmek için köşe başlarında adeta mantar gibi türeyen özel okul ve bilhassa dershaneler, bu kötü gidişin müsebbibi bile sayılsa yeridir.
Bugün Türkiye’de norm kadro açığı 160 bin, ders ücreti karşılığı çalıştırılan öğretmen sayısı 60 bin kadar iken, atama bekleyen 300 bin öğretmene “Gidin başka iş bulun!” diyen bir milli eğitim bakanınız var; gözünüz aydın!
Öte yandan, bütün bu olumsuz tablo karşısında zorunlu temel eğitimi 4+4+4 biçiminde 12 yıla çıkarmak, okula başlama yaşını ise 5’e düşürmek eğitimin şu anda içinde bulunduğu acınası hali daha da beter edeceği söylenmektedir.
Tüsiad’ın raporuna göre bu yasa geçerse, önümüzdeki yıl okula başlayacak olan çocukların sayısı 1 milyon 200 binden 2 milyona çıkacaktır. Bu 800 bin çocuğa ilk elde gerekli olan derslik sayısı ise 25 bin kadardır. Türkiye şu anda zaten eğitim konusunda gereğinden fazla sorunla uğraşmıyor mu?
Yapılmaya çalışılan şey, din eğitimini seçmeli hale getirerek imam-hatiplerin orta bölümünü yeniden açmak, üniversiteye girişteki katsayı eşitsizliğini düzeltmek, mesleki eğitimin önünü açmak ise bunun yolu eğitim sistemini baştan aşağı değiştirmek olmamalı.
Ayrıca devri iktidarında, kamu borç stokunu 242 Milyar Dolardan 518 Milyar Dolara, vergi gelirlerini de 60 Milyar Dolardan 254 Milyar dolara çıkaran hükümetin, eğitimin bu acınası haline kendisinden başka sorumlular araması da çok insaflı değil.
Öyle ise; bütün bu sorunlar için çözümü bulunmayan hükümetin, yeni sorunlar yaratmaktaki bu gayreti nedendir? Birilerinin iddia ettiği gibi, bir döneme duyulan kinden mi kaynaklanıyor bu yoksa bir devrin izlerinin silinmesi girişimi mi?
Ben şahsen 28 Şubat’ın her anlamda bütün izlerinin silinmesini isterim. Ancak konu eğitim olunca eğitimcilerin sesine kulak verilmesi kaçınılmaz hale gelir. Bu konu ile ilgili geniş kapsamlı bir rapor yayınlandı geçenlerde. Raporu hazırlayan kurum Eğitim-Sen. Konunun meraklılarının o raporda bulabilecekleri pek çok şey var.
Özetle; eğitime ideoloji karıştırılması dün nasıl yanlış idiyse bugün de yanlış. İhtiyacımız olan şey, yerine oturmuş bir eğitim sistemi, kaliteli bir eğitim ve bilgili, birikimli insan yetiştirmek ve bu insanları mümkün olan en kısa sürede toplumsal kalkınmanın sistemi içerisine entegre etmektir.
Zaman, abesle iştigal zamanı değil!