Cüneyt Gökçe
16 Mart 2007
ıslam Dini’nin beş temel üzere kurulduğunu; bunların da: Kelime-i şahadet getirmek, günde beş vakit namaz kılmak, yılda bir ay Ramazan orucunu tutmak, var olan malın belirli oranlardaki zekâtını vermek ve imkân sahibi olunduğu takdirde hacca gitmek olduğunu hepimiz biliyoruz.
Kelime-i şahadet; yani tanıklık cümlesi, yüce Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenme ve O’nu gerçek ılâh olarak benimseme ile Hz. Peygamber’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu kabul etme ve bu iki önemli maddeye tanıklık yapma mesajını taşır.
Bu tanıklığa imza atan kul, Yüce Allah’tan Hz. Peygamber’e intikal eden ve kendisine ulaşan emir ve yasakların gereğini yapmaya söz vermiş sayılır. Yüce Allah’ın gerçek ilâh ve Hz. Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğunu vurgulayan ve bu gerçeği –Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim– cümlesiyle duyuran zat bu mesajın içeriğini kabulleniyor, demektir.
ınananları her türlü kötülükten koruyan ve bir bakıma bütün ibadetlerin indeksi sayılan namaz ise mü’minin miracı özelliğini taşımaktadır. Yaratıcısının huzurunda huzurla duran ve bu sayede huzura kavuşan mü’min, herhangi bir şey yemeden ve içmeden namazını sürdürerek orucun tadını; Kâbe’ye yönelmek suretiyle haccın zevkini ve bedenini hareket ettirerek âdetâ zekât hazzını yaşamakta ve ettehiyyat duasındaki şahâdet kelimesiyle de beş şartı beraber özetlemektedir.
Ramazan-ı şerif orucunun kazandırdığı duygular ve zekâtın sağladığı sosyal faydalar ise izahtan varestedir. şunu da belirtelim ki, çok kısa olarak değindiğimiz bu ilk dört şartın her birisi birkaç yazı, makale ve kitap ile açıklanması gereken önemli, konulardır. Ancak bu yazıda özellikle hac farizasına birkaç satır ayırmayı düşündüğümüzden ilk dört şart ile ilgili olarak bu kadarlık açıklamayı yeterli gördük
ıslam’ın, sayılan ilk dört şartı; hacca oranla daha az olarak ihmale uğramaktadır. Gerçekten, hac görevi çok ertelenmekte ve âdetaâ zaman aşımına terk edilmektedir.
Son yıllarda, hac müracaatlarında sayısal olarak biraz artış var gibi görünse de, bu durum hacca verilen değerin tam anlamıyla kavrandığı anlamına gelmez.
Malî imkân bakımından hacca gitmesi gerektiği halde bu görevi erteleyen ya da ihmal eden pek çok kişinin bulunduğu bilinen bir gerçektir. Oysa vakti girdiğinde kılınması gereken namaz, tutulması zorunlu olan oruç gibi; yeterli maddî ve manevî şartları elde eden mü’minin, bir an önce hacca gitmesi icap eder. Nitekim Hac ziyareti, Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın insanlar üzerindeki hakkı olarak tanımlanır. (Bkz. Al-i ımran Sûresi, Ayet: 97) Zaten hac, ziyaret etmek anlamına gelmektedir.
Hac, çok farklı, çok anlamlı ve çok kapsamlı bir ibadettir. Ziyaret edilen yerler çok köklü ve tarihi hatıralar taşıdığından bu ziyarette aklın, ruhun, bedenin ve bütün duyguların hissesi söz konusudur.
Bu görevden, kültür düzeyleri ne olursa olsun, her mü’min kendi standartları içerisinde istifade eder. Çünkü dünyevî mevki, makam ve mansıpları ne olursa olsun vazife esnasında eşit şartlarda yarışma söz konusudur.
Son nefesimizi nerede ve hangi şartlar altında vereceğimizi bilmediğimize göre, imkân bulur bulmaz bu önemli görevi yerine getirelim.
Öte yandan, defalarca hacca giderek hac mevsiminde yoğun bir trafiğe sebebiyet verme yerine, asıl görev ifa edildikten sonra umre ziyaretlerinin yapılması ve –imkânlar ölçüsünde– bu güzelim seyahatin çoluk-çocuk ile birlikte gerçekleştirilmesi tavsiye edilir.
Hac başvurularının 30 Mart 2007 tarihinde biteceğini hesaba katarak bir ân önce –ihtiyaten de olsa– kayıtların yapılması ve bu önemli görevi yerine getirmek için ilk adımın atılması hususunu dikkatlerinize sunmak istiyorum.
ıbadetlerimizin makbul olması duası ile…