Av. İzzet Doğan
30 Nisan 2022
Av.İzzet Doğan
Anımsar mısınız ‘Ceza Muhakemeleri Kanunu’ önerisi BMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilirken ‘AKP kadrolarından olduğu’ ifade edilen 90 kişinin atama listesine de yer verilmişti.680 sayılı KHK ile de hakim ve savcı atamaları için yapılan yazılı sınavlarda en az 70 puan alma koşulu da kaldırılmıştı.
Daha sonra atanan hakim ve savcıların çoğunluğunun parti örgütlerinde çalışan avukatlar olduğu ileri sürülmüştü.
Öncelik yargılananların olmak üzere herkesin karşısında tarafsız ve bağımsız hakim ve savcıları görmeleri insan olarak en doğal haklarıdır.
Bir hakim veya savcının tarafsız ve bağımsız olmamasını bırakın olmadığı görüntüsü bile affedilemez.
2005 yılında yapılan değişiklikten önce İngiltere’de hâkimler bir sınava göre değil; uzun yıllar avukatlık yapmış, hukuk tecrübesine sahip olma kriterine göre atanmaktaydı. Okuduklarımıza ve bize hocalarımızın anlattıklarına göre orada hakim seçilecek avukatların en az 10 yıllık deneyime sahip olması gerekmekte özgeçmişi incelenmekte ve bir gün “Ülkemizin menfaatleri sizin hakim olmanızı zorunlu kılmaktadır” denilerek göreve davet edilmekteydi.
Biz de önceki yıllarda hakimler-savcılar staj sonrası önce küçük ilçelere sonra kentlere atanır İstanbul, Ankara ve benzeri yerlerde görev yapmak yıllar sonra mümkün olurdu. Şimdi büyük kentlere bile meslekte deneyimi olmayan hakimlerin atanması nedeni ile bir “çocuk hakimler” olgusu yaşanmakta ve bu durum haklı yakınmalara neden olmaktadır.
Hakimlik mesleğimde ben de tarafsız olmayan bir hakim-müfettişin adaletsiz uygulaması ile büyük zarar gördüm.
Yargı yoluna başvurma dilekçemde:
“Benim feryadım 37 yıl onurumla namusumla ve mesleğin tüm etik kurallarına eksiksiz uyduğum halde böyle bir gerçek dışı utanmasam iftira demem gerekli bir iddiaya uğramaktır” diye yazmıştım.
Ayrıca bu rapor dışında hakkımda diğer raporları düzenleyen Başmüfettiş ve müfettişin görüşlerinin çok olumlu olduğunu hatta Yargıtay üyeliğine seçilmesi gerekir kaydının bulunduğunu da bildirmiştim.
Meslek yaşamımda karşılaştığım taraflı ve kasıtlı bu hakim müfettiş raporunda benim;
“Somut olay ve kanıt gösterilmemekle birlikte halkla olan münasebetlerimde gerekli mesafeyi korumada güçlük çektiği”m belirtilerek görev yerimin değiştirilmesi istenmişti.
O günkü HSYK bu rapora göre beni Sarıyer’den alıp İstanbul adliyesine atadı ve “hukuk hâkimi” unvanım “hâkim yardımcısına” dönüştü.
Rapor gizli olduğundan yıllar sonra Bilgi Edinmeyle ilgili yasa çıkınca bu rapora ulaşabildim. Raporun iptali için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde açtığım 2010/919 esas sayılı davayı 2011/277 sayılı kararla kazandım ve rapor iptal edildi.
İstanbul 7. İdare Mahkemesi kararı gerekçesinde “davacının katıldığı kurslar, seminerler, yayınları ile dava konusu yıldan önceki ve sonraki tüm sicillerinin iyi olması ayrıca halkla ilişkiler, arkadaş seçimi ve otoritesi konusundaki değerlendirmelerin bir anda olabilecek olgular olamayacağı, bu tespitlerin takip eden teftişlerde teyit edilememesi karşısında dava konusu hal kağıdının objektif kritere ve bu haliyle hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır” denilmekteydi.
Yani yargı müfettiş raporunun “objektif” olmadığına ve “hukuka uygun olmadığına” karar vermişti.
Anılan karar Danıştay İkinci Dairesinin esas 2011/4074 ve 2012/1752 sayılı kararı ile onanmış ve diğer kanun yolları da tamamlanarak kesinleşmişti.
Fakat ben emekli olduğumdan bu karar manevi olarak onurumu ve vicdanımı rahatlatmak dışında bana hiçbir katkı sağlamamıştı.
Onarılması-giderilmesi olanaksız olduğu için ölüm cezalarına hep karşı oldum.
Hakkımda objektif ve hukuka aykırı bu raporu düzenleyen başmüfettiş Hakkı Manav kimdi?
Bu konuda Sözcü yazarı Saygı Öztürk ‘ün 10 Mayıs 2019 Cumhuriyet. Com.tr de de yayınlanan yazısında:
“Dönemin Başbakanı Erdoğan, dönemin Adalet Bakanı’ndan, bakanlık müsteşarlığına Hakkı Manav’ın getirilmesi için karar-name hazırlanmasını istedi. Kararname hazırlandı, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayına sunuldu. Sezer, kararnameyi imzalamadı. Daha sonra yine gönderildi, yine imzalamadı.” Demekte ve ayrıca özetle kızının düğününe zamanın Başbakanın da da katıldığından söz ettikten sonra adı geçenin Yargıtay üyeliğine ve YSK üyeliğine seçildiğini, Mansur Yavaş’ın seçime hile karıştırıldığı iddiasıyla oyların yeniden sayılmasına ilişkin itirazına ret oyu kullandığına dikkat çekmektedir
.Hakkı Manav’ın 2012 yılında kızları ve damadının bir ay gibi kısa bir süre görev yaptıktan sonra Ankara’ya alınması TBMM de soru önergesine konu olmuştu.
Konuyla ilgili Gogol’daki bir yazıda aynen şöyle denilmektedir:
Hakim, savcı ve avukatların üyesi olduğu “adalet.org” adlı internet sitesinde, önceki gün ilginç bir şiir paylaşıldı.
“Benim de babam manav olsaydı” başlıklı şiirde yer alan, “Babam manav olsaydı kuradan nereyi çektiğim/Şırnak, Van, Ardahan ya da Hakkari fark etmezdi/Gitmezdim oraya ya da gitsem bile ev tutmazdım, dert etmezdim/Ama benim babam manav değil, bir inşaat ustasıydı” ifadeleri dikkati çekti.
Hakim ve savcılar, paylaştıkları yorumlarda da Yargıtay üyesi Manav’ın kızları ve damadının Ordu ve Şırnak İdil’deki hakimlik ve savcılık görevlerini sadece bir ay yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı tarafından Ankara’da görevlendirildiklerini kaydetti.
Türkiye’de “Somut olay ve kanıt gösterilmemekle birlikte” bir hakim; bir hakim müfettiş tarafından
cezalandırılmak isteniyor ve o zamanki HSYK bu isteği savunma almadan müfettiş raporunu tebliğ etmeden derhal yerine getiriyordu.
Osman Kavala dosyasında da somut olay ve kanıt bulunmadığı yetersiz kanıtların ise yasal yollardan ele geçirilmediği ileri sürülmektedir.
Sonuç olarak Kavala “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Kavala ve aynı davada yargılananlar nedeni ile hüküm veren hakimlerden birinin AK Partiden seçilememiş milletvekili adayı olması haklı eleştirilere neden olmuş ve kamu oyunda çok eleştirilmiştir.
Türkiye’de toplumu ilgilendiren yargı kararlarında hukuk çevrelerinin genellikle suskun kaldığı, kararların siyasiler tarafından tartışıldığı görülmektedir. Yüksek yargı organlarına seçimlerin ağırlıklı olarak siyasiler tarafından gerçekleştirildiğini göz önünde tutarsak bu tutumun doğru olmadığı ve büyük sakıncalar doğurduğu açıktır.
Türkiye, 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) 139 ülke arasında 117’inci sırada yer aldı. World Justine Project’in 2020 endeksine göre de hukukun üstünlüğü konusunda 128 ülke arasında 107’inci olmuştuk.
Kavala ve arkadaşları hakkında verilen karar için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “Kavala ve arkadaşlarıyla ilgili karar kamu vicdanını çok derinden yaraladı. Beni de çok üzdü. Bu dava yargılama süreci açısından da ileride utanılacak bir yargılama süreci olarak anılacaktır.” derken,
10.Cumhurbaşkanımız Ahmet Nejdet Sezer ise: “Göz yaşlarımı katledilen hukuk sistemi için akıtıyorum” dedi.
Hadi bizi kıskanan dış güçleri bırakalım; içimizden yükselen en yetkin kişilerin yakınmalarını da duymazdan gelebilir miyiz?