Deniz Güney
14 Ocak 2010
Bu sıralar Kazancı Bedih’i anmak için bir dizi program hazırlıkları hummalı bir şekilde devam ediyor. Bende gözlerimi kapatıp elimi kalbimin üstüne koydum. Sonra Urfa’nın Aşık Veysel’i Kazancı Bedih yani Bedih Yoluk’u düşündüm. Beynime taktım onunla ilgili bütün programları ve sonra onları ağır çekimde ilerlettim. Kalabalıklar, onu ilk bir sinema filminde, yani Eşkıya’da nefes verdiği bir gazelle tanıdı. Ondan sonra keşfettiler Urfa’nın Aşik Veysel’ini. O televizyon senin bu televizyon benim, sıra gecesi adı altındaki sıralığı da geceliği de kendinden menkul birtakım programlara meze ettiler. Urfa’nın Aşık Veysel’i ise pek oralı değildi doğrusu, onun gönlü, gönüllerin hizmetindeydi, gazelleri milyonlara ulaştırıyordu ya, ötesini pek düşünmüyordu tevazu abidesi, yoksa katıldığı tüm programlardaki yüz ifadesi az çok “Ne işim var burada” diyordu. Ancak onu malzeme edenler son albümünün tanıtımı için İstanbul- Unkapanı plakçılar çarşısına getirip, deveye bile bindirdiler. Bir devenin yüzü sıkıntılıydı bir de onun. Diğerleri gevrek gevrek gülüyordu. Bakın bu fotoğraf da gelip yapıştı şimdi beynime. Oysaki bilen bilmekteydi ismini de sesini de Kazancı Bedih’in, yıllardır dinlenmekteydi gazelleri. Ustası Tenekeci Mahmut’tan sonra başka bir ses yoktu ki onun gibi gazele nefes versin.
O kadar şöhretine rağmen para pul ile ilişkisi hiç olmadı. Olsaydı ömrü boyunca üç metrekarelik bir dükkânda kazan dövmezdi olsaydı katalitik zehirlenmesi gibi ucuz bir sebepten çekip gitmezdi.
Onu anmaya hazırladığımız şu günlerde içim acıyor, canımı yanıyor. Hayatını kaybettikten sonra sağda solda birtakım haddini bilmezler, sözde Kazancı’yı anlatmak için ekranlara çıkıp ‘gazelleri yaşatacağım, sıra gecelerini yaşatacağım, onu ilk ben tanıttım’ lakırdıları yaptı durdu. Aslında dev bir geleneğin kapısı kapanıverdi üstümüze. O ülkemizin beklide son Aşık Veysel’di.