Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Başkanı, felsefeci Ahmet Arslan, Fatih Altaylı’ya verdiği röportajda, “Urfalılar kiminle özdeşleşecek? Ateşlere atılan İbrahim gibi efsanevi figürlerle mi, yoksa Göbeklitepe’nin gizemli yapısı ve Harran’ın bereketli ovaları gibi somut başarılarla mı?, Ahmet Arslan mı olacaksınız, yoksa İbrahim Tatlıses mi?” sorusunu yöneltmişti.
Urfalıların kendi kimlikleri ve şehrin potansiyeli hakkında düşünmelerini sağlayan bu tespit sosyal medyada tartışma yaratmıştı. Bu tartışmalara yazar Mehmet Kurtoğlu da katıldı.
Urfalı, Ahmet Arslan mı yoksa Tatlıses mi olmaya karar vermek zorundadır. Bu soruyu soran Ahmet Arslan’a karşılık Mücahit Bilici de Urfa Atina olur mu diye soruyor. Urfa tarihte “Doğunun Atinası” olarak şöhret bulmuş bir şehir. Tatlıses’in “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” sözü şehri tanımayan tarihinden kopuk bir cahilin sözü olabilir ancak. Gerçek anlamda yapılan sıra geceleri dahi Yunan’da yapılan Şölen’lerden miras kalmıştır. Tarihte bu şehirde üç üniversite vardır. Edessa, Harran ve Resülayn/Ceylanpınar üniversiteleri… Urfa, İslam Aydınlanmasına dolaylı olarak etki etmiş bir şehirdir. Şehrin ilk ismi Kaleriu Yunancadır. Sonraki ismi Edessa yine Yunanidir,bu adı İskender’in komutanı koymuştur. Yine sıra sözcüğü dahi Yunanca Serria dan Türkçe’ye geçmiştir. Sıra Gecesi Yunandaki Şölen’lerden esinlenerek Urfa’da gelenekselleşmiştir.
Bugün Urfa, tarihi dinamiklerinden kopmuş, üzerine oturduğu mirası tüketmiş Türkiye’nin en cahil şehri. Müzikle, sıra gecesiyle yemekle kafayı yemiş. Müzikle sarhoş olduğundan beyin tutulması yaşıyor. Prof. Dr. Ahmet Aslan’ın ne demek istediğini anlamaktan aciz. Hocaya karşı Tatlıses’i savunacak kadar hakikatten kopuk. Müzisyenliğin makbul bir şey olmadığını idrakten uzak bir şehir.
Bunu anlamak için atasözü ve deyimlerimize bakmanız yeterli… Müziği Amerika’da zenciler ve kızılderililer yapıyor.
Tatlıses mi Arslan mı? Urfa mı Atina mı? Urfa, Atina olduğunda seçkin ve soylu bir şehir olur. Batı’da sınıf atlamak bizde olduğu gibi siyaset ve servetle değil, bilgiyledir. Shakespeare kasabalı, Balzac köylüdür. Ancak bilgi ve sanatları dolayısıyla soylu sınıfına dahil edilmişlerdir.
Tatlıses’in şehri getirdiği nokta yırlamak, kebap, lahmacun servisi yapıp, sıra gecelerinde davul zurna çalıp mendil sallamaktır. Arslan’ın Urfa’yı getireceği nokta ise felsefe ile şehri “Doğunun Atinası” yapmaktır. Şehre çağ atlatmaktır. Doğunun müzik şehri olmak kolay ama felsefe şehri olmak kolay değil. Çünkü kafa terletmek gerekir. Ama Urfa kafa terletmek yerine türkü çağırarak bedenini terletmeyi tercih ediyor. Netice Tatlıses olmak baht işi ama Ahmet Arslan olmak emek ve çaba işidir. Urfalı emek ve çaba ile bilgiyi mi keşfedecek yoksa kaderciliğine sığınıp marazi türküler mi çığıracak, göreceğiz.”
URFALI MÜZİKTEN VAZGEÇMEDEN BİLİMİN YOLUNDA İLERLEMELİ
Dikkat çekici bir başka yorum da Türk Halk Müziği sanatçısı Halil Altıngöz’den geldi.
Gerçekleri bir tarafa bırakıp efsanelerle yatıp kalkan,
Kurumsallaşmanın değil günü birlik çarelerin peşinden koşan,
Sadece şikayet edip hiçbir şekilde sorumluluğunun bilincinde olmayan,
Kendisi ilerleme yönünde hiç bir gayret göstermezken sürekli başkalarında hata arayan,
Ezberleri tekrar etmeye bayılıp,
Ancak anlamaya, araştırmaya yanaşmayan,
İlmini, bilimini yaparak zenaatını,
Sanatını icra edenleri gözardı ederken,
Eğitimsiz, kaidesiz kuralsız sallapati yapılan işlere, icralara methiyeler dizilen bir toplumda hayat, olması gerekenden daha kötü, daha ahenksiz, daha anlamsız bir hal alır.
Diye bir kaç yıl önce paylaşmışım.
Şarkı – türkü ve bilim biri birine tercih edilecek şeyler değildir. Gerçek sanattan, müzikten, folklordan vazgeçmeden tabii ki bilimin yolunda ilerlemeli Urfalı. Mikroskopla çalışırken “kapıyı çalan kimdir”i dinlemeli vesselam…”