Konuk Yazar
28 Temmuz 2015
Çok
yıllar önce eğitimin ön planda olmadığı hatta kısıtlandığı dönemlerde kız
çocukları evlenirken edindikleri ziynet eşyaları en büyük güvenceleriydi.
Baba
tarafından miras olarak yok sayıldığı gerçeği varken altın gibi bir güvenceden
kendini nasıl mahrum bırakabilirdi.
Evet,
bu güvencenin en güçlü materyali hiç kuşkusuz altın ve gümüştü.
Evlilik
yaşına gelmiş kızları istendiğinde, aile efradı toplanır karar verildikten
sonra ne kadar hangi altınların isteneneceği kararlaştırılırdı.
Bunlar,
“Tahtalı, fıstıklı, fişenkli, inci telkari, hunili, haplı, parparalı, aynalı,
yılanlı, hasırlı, burmalı, incili, elmaslı, urubiyeli, ahıtma bilezik, habbe
Osmanlı, elmas taç, inci kelep, incili, hasırlı ve koruklu gerdanlık, oymalı
piramit, kordon, altın hamaylı, beşi birlik, onu birlik, deste, İstanbul
bütünü, frenk bağı, kapaklı, liralı, telkari kemer, dobra, altın, incili,
hasırlı, koruklu, haplı ve yıldızlı küpe, taşlı yüzük, fıstıklı yüzük, incili,
tırnaklı, dökme, haplı ve parparalı yüzük, urubiye, kazya, mahmudiya, göğüs
dalı, altın iğne, incili iğne, göğüs kelebeği ve papatya.” Gibi daha çok adları
olurdu. Tabi bu sayılanların arasından seçilip istenen altının fazlalığına
itiraz eden aileler de yok değildi, ortak payede buluşulur ve altınlar günü
geldiğinde takılırdı.
Şimdi
kadınlar altına neden bu kadar önem verirdi ona bakalım.
Batıda
kısmen özgürlüğünü ele almış haklarını sonuna kadar savunma gücünü kendinde
bulmuşken doğulu kadının ne yazık ki baskılanma sebepleri yüzünden bu şansı
öteden beri olamamıştı.
Dolayısıyla
kadın için altının varlığı huzurlu kılmakla birlikte gelecekte hacca gidecekse
o anlamda, gitme şansı bulmayacaksa çocukları evlendiğinde kullanılmak üzere,
hem de kocasının dışlaması durumunda kısmen kendini güvence altına almak
babında önemliydi.
Tabi
bu altının miktarı bazen çokça olurdu.
Altın
ile hayatını sigortalayan gelinin, olası ayrılık durumunda kimseye muhtaç
olmadan yaşamını sürdürmesi hedeflenen önemli bir konuydu.
Kent
merkezindeki düğünlerde iki aile arasında yapılan anlaşma gereği geline asgari
yarım kilo altın takılırken köylerdeki varlıklı ailelerde bunun 3 kiloya kadar
çıktığı da olurdu.
Kendini
ifade etme şansının olmadığı bir yerde ancak düğünlerde önemli günlerde bu
ziynet eşyasını takıp takıştırıp ben de varım deme şansını yakalayabilirdi
kadın. Altın varlığın en büyük göstergesiydi, çünkü modern dünyanın araç
gereçlerinin olmadığı bir zaman diliminde en kıymetli nesne hiç kuşkusuz oydu.
Kuyumcuya gidildiğinde paraya çevrilebilecek en kıymetli mal varlığıydı.
Bunların
korunması da sürekli sorun olurdu, kasaların olmadığı dönemlerde evin çok
müstesna yerlerinde saklanırdı.
Eskiden
altın aleni istenirken şimdilerde Urfa’da yeni bir gelenekle isteyiş şekli
şahsına münhasır bir şekilde değişmiştir.
Erkek
tarafı ne takalım diye sorduğunda, “Sizle sizin şerefiniz!” diyerek işi daha da
zor hale getirmeye kadar gitmiştir. Geçmişten günümüze süregelen bu adete
dayalı kadının olmazsa olmazı altındı.