Bülent Okutan
7 Mart 2007
“Ay usul usul yüzünü gizlemeye başlamış, bulutların ardına saklanacak gibiydi. Berces biri dizinden eksik iki bacağını karnına doğru çekip önündeki çalıyı kendine siper etti. Kapkara bulutlar işini kolaylaştıracaktı. Ah şu en arkada ki dev bulut biraz daha hızlı yürüseydi kuzeye doğru. Aklına evden çıkarken kavak ağacından yapılma beşiğinde yatan henüz 5 aylık bebesi Vatha geldi. Nolurdu şemse kız yerine erkek doğursaydı. Kız iyiydi ama kaçağa gidemezdi ki. Kaçak ekmekti, paraydı ömür boyu. Kız çocuğu ise iki kaçak parası başlık demekti. ıki teneke mermi, beş çuval çaydı. O gece bir kez daha farkına vardı siyahın lacivertten koyu olduğunun. Gece lacivertti ama ona karanlık lazımdı. Hem ne kalmıştı ki Telebiat’ın tarlalarına. Ah şu dev bulut. Ellerini ovuşturup ısınsın diye yeşil yün fanilasının koltuk altlarına soktu Selim. Tezkereye daha dört ay vardı. Ama olsundu. Tam Kiraz zamanı dönecekti eve. Evlerinin bahçesinde ki ağaçları düşündü. Nasıl da salkım saçak kirazlarla dolardı. Sonra şerife aklına geldi. Onun da yanakları kiraz gibi kıpkırmızı olmazmıydı, Akşehirlilerin Osman’ın yıkık bağ evinde buluştuklarında. Gözü kulenin duvarına yasladığı G-1’e ilişti bir an. Sonra gözlerini kısıp Suriye tarafına baktı. Hemen hemen artık yanan hiç ışık kalmamıştı. Memleketi Ilgın’da kahvede oturup arkadaşları ile Tarçın’ına iskambil oynadığı günler geldi gözünün önüne. Gece bitiverirdi iki oyunda. Ama nedense sanki başka bir zaman dilimindeydi, dakikaların saatler sürdüğü. Oysa nöbetin bitimine 40 dakika kalmıştı. Tezkereye dört ay. Neydi ki geçmezmiydi, geçerdi elbet. Herkesin 4 ayları 40 dakikaları olmuştu diye iç geçirdi. Kapkara dev bulut yavaş yavaş altın bir tepsiyi andıran ayı yutmaya başlamıştı. Berces biliyordu önünde ki patikada mayın olmadığını ama ah şu kulede olmasaydı. Yavaşça dizlerinin üstünde doğruldu. Soğuktan yaşaran gözleri ile döndü ve son bir bakış fırlattı iki yüz metre ilerde ki kuleye. Artık fark edilmesi imkansızdı. Yaptığı suçtu, günahtı biliyordu ama geceler, karanlıklar değilmiydi hep bunları saklayan. Bu gecede saklasa nolurdu ki. Yavaşça doğruldu. Artık tek ayağını ekmek parasının dayanılmaz ağırlığına inat iki ayak hafifliğinde kullanabiliyordu. Kullanmak zorundaydı. Oysa nolurdu iki sağlam ayağı olup, o iki ayakla üstüne basacağı kendine ait bir toprağı da olsaydı. Yoktu işte. Derin bir nefes aldı. ıçine çektiği hava az önce buhar çıkan burun deliklerine sonra bronşlarına doğru hızla buz gibi yol aldı. Sağ elini dizden aşağısı olmayan sağ ayağının baldırına dayadı ve koltuk değneğini yerine iyie oturtu. Suriyeli Kasım hazırlamıştı geçireceği malzemeyi dünden. Yaklaşık elli metre kadar koştuktan sonra tek ayağının pudra gibi yumuşacık olan topraktan farklı bir şeye bastığını hissetti. Sertti ama sanki bir metal sesi ile hafifçe göçmüştü. Sınırın karşı yakasında ki Kasım ile kulede ki nöbetçi Selim’in gözleri geceyi aydınlatan ateşte buluştu bir an. Ne kadar çok ses çıkmıştı. Berces’in haykırışını bile yutmuştu, o korkunç gümbürtü. Selim duvara yasladığı G-1’e uzandı. Az sonra devriye gelirdi nasıl olsa tetikte görünmeliydi. Her ne kadar tetiklik bir şey kalmasa da. Patlamanın sesi Berces’in köyüne kadar ulaşmıştı. şemse yorgundu derin bir uykudaydı, bütün gün tezek yapıştırmıştı kerpicin duvarlarına. Minik Vatha tahta beşiğinde geceyi yırtan sesle irkilip hafifçe döndü. şemse ne kadar yorgun olsa da, patlamayı duymasa da minik bebeciğinin yatağında döndüğünü hissetmişti, anneliğin kutsal iç güdüsü ile. Yorganın altından çıkardığı nasır tutmuş ayaklarını uzattı ve kavak ağacı beşiğe dayadı. Sallanan beşiğin ayaklarından çıkan gıcırtılar birer ninni olmuştu yeniden anne ile kızına. Ve yine derin bir uykuya daldılar” Evet bu bir mizansendi kafamda kurduğum. Veya film senaryosu olabilecek hayal gücümün bir ürünü. Ama yaşanmadı mı geçmişte bunun benzerleri. Yaşandı ve bitti. Artık ne o mayın tarlalarını geçmeye çalışanlar var, ne de bir bacağını ardından canlarını orada bırakanlar. şimdi ne mi var? Neredeyse Kıbrıs büyüklüğünde ki bu toprakları topraksız insanlara kazandırma savaşı var. Ama o savaşın neresindeyiz ? Ben de bunu merak ediyorum ya. Yeter artık aşın şu bürokrasiyi ve temizleyin buraları beyler. Temizleyin ki topraksız insanlarımızın toprak ile ekmek savaşı başlasın. O karanlık geçmişe inat… e-mail :[email protected]