Konuk Yazar
5 Haziran 2017
Halit Tunç
semtinde güçlükle ilerliyordu. Otobüsün
çevresi yüzlerce çocuk tarafından kuşatılmış.
Yıl 1987
Aynı otobüste bende vardım.
Özal’ın yanında Abdülkadir Aksu ve Hasan Celal Güzel
duruyordu.
Aralarında geçen konuşmayı bugün gibi hatırlıyorum.
“Biz bu çocukları eğitemezsek, sahiplenemezsek, dağa bile
gitmezler, şehirlerde isyan çıkarırlar.”
Rahmetli Cumhurbaşkanımız öngörüsünde haklı çıktı.
Biz o çocukları sahiplenemedik, eğitemedik, ekonomik ve
sosyal sisteme entegre edemedik. PKK’nın
tuzağına düştüler. Yaşadıkları mahallede hendekler kazdılar, şehitler verildi,
büyük acılar, göçler yaşandı. Yaşanmaya devam ediyor.
Benzer bir sorunla şimdi Suriyeli çocuklar adına
yüzleşiyoruz. Resmi verilere göre ülkemizde 4 milyonun üzerinde Suriyeli
bulunuyor. ‘Misafir’ statüsünde olan Suriyelilerin yarısından fazlasını da 18
yaş altı nüfus, yani çocuklar, gençler oluşturuyor.
Başta dil olmak üzere, ekonomik, sosyal nedenlerden dolayı
1,5 milyon Suriyeli çocuk ve genç eğitimden yoksun biçimde ülkemizde yaşıyor.
Ne Türkiyeli olabildiler, ne de Suriyeli kalabildiler.
Ciddi biçimde kimlik erozyonuna uğramış, farklı ideolojik
akımların etkisinde sürüklenebilecek potansiyele sahip, büyük bir savaşın travmasını yaşamış, acılar içindeki bir kuşaktan söz ediyorum.
Sosyal bilimcilerimiz, üniversitelerimiz, popüler aktüel
yazarlarımız, sosyal sorumluluk projelerine kendilerini adamış entelektüel
kurumlarımızdan ise bu anlamda neredeyse hiç ses çıkmıyor. Endişelerini,
öngörülerini ya da projelerini paylaşmıyorlar.
Oldukça ağır, cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal sorunu
eğer devlete ihale edilirse, her şey yine devletten beklenirse korkarım biz bu
çocukları hantal bürokrasinin çarkları arasında sisteme
kazandıramayacağız. Üretime, bilime,
vatandaşlığa bir değer ve ülkemize kazanıma dönüştüremeyeceğiz.
Çoğu en yakınındakilerini yitirmiş, hiçbir tedavi olmadan
aramıza katılmış yüzbinlerce genç, çocuk kontrolsüz biçimde ülke sokaklarında
başta dilencilik, seyyar satıcılık olmak üzere onlarca yasal dayanağı olmayan
işlere şimdiden yönelmiş durumda.
İnsan Hakları İzleme
Örgütü’nün (HRW) 2015 yılında hazırladığı bir rapor, bugün yaşananları ve gelecekte yaşanacakları
bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Türkiye’nin sokaklarına salınmış 1,5 milyona aşkın sosyal
sorunlu bombanın nerede nasıl
patlayacağını, bünyemizde nasıl hasarlar oluşturacağını kimse konuşmuyor,
tartışmıyor.
Çok ama çok hızlı biçimde Suriyeli çocuklara dair Ulusal
Entegrasyon Projesi hazırlanmalı ve gerekirse sadece bunun için
Üniversitelerden, kamudan (milli eğitimden)
özel sektörden oluşan tam yetkilendirilmiş, geniş bütçeli bir birim
hemen kurulmalıdır.
Burada amaç bir asimile etme politikası kesinlikle
olmamalıdır. Dilleriyle, kültürleriyle, değerleriyle, renkleriyle,
gelenekleriyle, inançlarıyla, müzikleriyle, sanatlarıyla ülkemiz insanlarıyla
Suriyeli kardeşlerimiz arasında sağlıklı, güvene dayalı bir köprü kurmalıyız.
Birinci sınıf misafirimiz, yada vatandaşlarımız olduklarını
göstermeliyiz. Bu anlamda batıdan
küresel bir çaba beklemek kesinlikle mümkün değil, onlar işin algı tarafını iyi
yaparlar ve ne kadar çocukları sevdiklerini çok iyi gösterirler lakin
çocukların karınlarını doyurmaz, eğitimlerini asla üstlenmezler.
Bugün İzmir sokaklarında çokça gördüğümüz, su, mendil satan,
dilencilik yapan o Suriyeli mülteci çocukları;
gelecekte en iyi okullarda okuyan, en iyi hayatı yaşayan çocuklarımız
için ciddi bir tehdit olarak görmek, kabul etmek ve ona göre sahiplenmek tedbir
almak zorundayız.
Planınız bir yıl içinse pirinç ekin, on yıl içinse ağaç
dikin, yüz yıl için ise insanları eğitin
(Huang Che)