Cüneyt Gökçe
4 Kasım 2015
İnsanın;
özellikle de inanan kimsenin, taşıması gereken özelliklerinin başında verdiği
söze bağlı kalması hususu gelir. Eskilerin: “Söz namustur” dedikleri nokta,
“bu” olsa gerek. “Taahhütleri yerine getirme” ve “atılan imzaya sahip çıkma”
olarak özetlenebilecek bu olgunun kapsama alanı son derece geniştir.
Maddi-manevi
her alanda, geçerli ve gerekli olan bu özellikte yaş sınırı da söz konusu
değildir. Başka bir deyimle; kendilerine karşı “sorumlu” olduğumuz hak
sahiplerinde yaş, cins ve renk farkı gözetilmez.
Karşı
tarafın insan, hayvan, canlı ya da cansız olması yükümlüyü yükten kurtarmaz.
Kulluk
noktasında “attığımız imza” ve “verdiğimiz söz”e bağlı kalmamız gerektiği gibi;
maddi alacaklılarımıza karşı verdiğimiz söz ve taahhütleri de yerine getirmek
zorundayız.
Bu
aşamada; ihmal etmememiz gereken söz ve taahhütlerin arasında çocuklara ve
küçük yaştaki yavrulara verdiğimiz söz ve taahhütleri de saymak durumundayız.
“Onlar
ne de olsa küçük…”, “çok da anlamazlar…”, unutur giderler…”, “onları başka bir
şeyle ikna ve teselli ederiz…” gibi garip ve ucube bahanelerin arkasına
sığınmamız bu alandaki sorumluluk ve yükümlülüğümüzü hafifletmeyeceği gibi;
bizi gülünç ve itibarsız hale getirecektir.
Amr
oğlu Abdullah’ın naklettiği şu hadise gerçekten dikkat çekicidir:
Abdullah
diyor ki: Hz. Peygamber’in evimizde olduğu bir sırada, annem:
Gel,
sana bir şeyler vereceğim, diyerek bana seslendi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
anneme:
Ona
ne vermek istiyorsun?, diye sordu. Annem Hz. Peygamber’e:
Ona
biraz hurma vermek istedim, diye cevap verdi.
Ardından Hz. Peygamber buyurdular ki:
Eğer
bir şey vermeseydin sana bir yalan günahı yazılırdı.
Çocuklara
verdiğimiz sözleri ciddiye almamamız, çocuklar nezdindeki karizmamıxı çizeceği
gibi; onlarda “yalan alışkanlığı” hastalığını da yerleşmesine de sebebiyet
verir. Yalanın çok da kötü bir şey olmadığı kanaatine vardırır. O masum ve
minik yavrunun, kendisine ait pak ve nezih dünyada: ”Yalan, kötü bir şey
olsaydı, koskoca babam ve büyüğüm bu suçu işlemeye tenezzül eder miydi?”
şeklinde düşünmesine neden olur.
Çocukların;
bizim tarafımızdan kendilerine verilen sözleri takip etmedikleri ya da
unutabilecekleri ihtimalinin ileri sürülmesi ayrı bir garabettir.
Hatta
verdiğimiz sözleri “yerine getirememe” gibi bir durumla karşılaştığımızda en
doğru davranış, hadisenin gerçek nedenini ve perde arkasını, anlayabileceği bir
üslupla yalana tenezzül ve tevessül etmeden- olduğu gibi anlatma yoluna
başvurmamızdır. Nitekim Ebu Hureyre’nin,
Hz. Peygamber’den naklettiği şu ifadeler de bu noktaya açıkça parmak basmaktadır:
Bir
kimse bir çocuğa “gel, sana bir şeyler vereceğim” deyip sonra vaat ettiğini
vermezse bu kendisi için bir yalan olur.
Şu
halde, çocuklara her hangi bir taahhütte bulunduğumuz zaman çok dikkatli
davranmalı; yapamayacağımız hususları söz vermemeli, verdiğimiz söz ve
taahhütleri çok olağanüstü bir durum söz konusu olmadığı sürece mutlaka yerine
getirmeliyiz. Her alanda olduğu gibi; bu hususta da onlara örnek olmalıyız.
Unutmayalım
ki minikler, saf ve temiz zihinleri sayesinde kendilerine verilen taahhütleri
takip edip yerine getirilmesini beklerler.
Bilhassa
ciddiyetsiz gerekçeleri “yutmadıkları” hususu, ajandadaki notumuzda yerini
koruması gereken bir noktadır. Üstün muhakeme güçleriyle neyin gerçek neyin de
mizansen olduğunu çok iyi bilirler.
Çocuklarımıza
“mahcup” olmamamız dileğiyle…