Mehmet Göncü
11 Ocak 2007
Her canlı gibi, insanda doğum gibi bir mucize ile “yaşama merhaba” der ve varoluşun esas gizemi içerisinde işlevini sürdürürken, zamanı dolduğunda da ölüp gider. Doğum ve ölüm, her an yaşayanların gözleri önünde sayısız şekilde meydana gelir. Hal böyle iken; insan denilen canlı, yaşamını hiç ölmeyecekmiş gibi programlar. Bir fani olduğunu unutur, üstünlük mücadelesi verir. Her boyutta, her işinde ve her davranışında sanki ölüme meydan okuyormuş gibi farkına varamadığı bir emeli gerçekleştirmeye çalışır. Ama boş mücadeledir. Sonuçta ölüm kapıyı çaldığında, artık gök mavisini, dal yeşilini göremeyecek ve suyun tatlı sesini duyamayacaktır. Etrafımıza bir bakalım; ailelerde, toplumlarda ve Dünyada, insanların yaptığı acaba bir ölümlüye yakışıyor mu? Bu kavganın, bu ihtirasın esas sebebi nedir? Bana göre; tamamen ölüm gerçeğinden kaçmaktır. Bazı insanlar bu hakikatın farkına Nasrettin Hoca gibi varmışlardır. Ve ona göre yaşamlarını düzenlemişlerdir. Nasrettin Hoca’nın hikayesi şöyle; Hoca, birine bir miktar borç para verir, verir vermesine ama bir daha parayı geri alamaz. Zira; borçlu Hocadan köşe bucak kaçmaktadır. Hoca bütün aramalarına rağmen alacaklısına ulaşamaz, adam kayıptır. Hoca bu alacağını mutlaka tahsil etmek ve şahsı bulmak için bu defa gidip mezarlıkta bekler. Bir kaç gün geçer. Hocayı tanıyanlar, sorarlar; “Hoca kaç gündür seni mezarlıkta görüyoruz, hayırdır, neyi bekliyorsun?” Diyorlar. Hoca da onlara hitaben; “alacaklımı bekliyorum. O her yerde benden kaçtı, kendini bir türlü bulamadım. Bende onu mezarlıkta bekliyorum, mutlaka buraya gelecektir. Her yerden kaçar ama buradan kaçamaz” diyerek, topluma çok önemli ve anlamlı bir mesaj vermiştir. Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.