İbrahim Halil Okuyan
1 Haziran 2015
“Olur
ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, Sizin için hayırlıdır ve olur ki, Sevdiğiniz şey
de sizin için bir şerdir. ALLAH (CC.) bilir de siz bilmezsiniz.”
(Bakara
Suresi, 216)
Allah’a
iman eden bir insan zahiren terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında,
aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir, kabul
etmelidir.
“Aksilik,
Terslik” gibi görünen olayları ise ancak “ibret gözüyle” görüp ders alır.
Ne
var ki insan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı
hemen görmek isteyebilir.
Eğer
bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı
bir tavır sergileyebilir.
Kuran’da
insanın bu aceleci yönü şöyle bildirilmiştir:
“İnsan
hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir.
İnsan
pek acelecidir.”
(İsra
Suresi, 11)
Günümüz
toplumu insanları sürekli olarak gelecekleri için planlar yaparlar ve bu
planlarının her zaman kendi tasarladıkları şekilde gelişmesini beklerler.
Bu
yüzden de ani gelen bir hastalık veya beklenmedik bir kaza ile
karşılaştıklarında bir anda tüm yaşamları alt üst olur.
Çünkü
kendi yaptıkları planlar içinde hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer
vermemişlerdir.
Bu
yüzden de bu insanlar böyle bir durum oluştuğunda hemen isyankâr bir tutum
içine girerler.
“Niye
benim başıma böyle bir olay geldi?” derler.
Oysa John Lennon’un dediği gibi,
“HAYAT,
siz başka planlar yaparken Başınıza Gelenlerdir!” Yaşadıklarımız bizler için
her zaman ders ve tecrübe niteliği taşır. Senin de bu yaşadıklarından kendince
öğreneceğin şeyler vardır.
*
Öykümüzde
işte bu konuda.
Mehmet
işten çıkarılır.
Eve
gelip durumu bildirince, hanımı içeri almaz.
Gidecek
yeri olmadığından Şeyhin dergâhına gider.
Bu
arada börek çörek yenmekte, çaylar içilmektedir.
Mehmet
de aralarına katılır.
Şeyh,
sohbet esnasında; beterin beteri vardır, insan içinde bulunduğu duruma
şükretmeli der.
Bunu
bir kaç defa tekrar edince, bizim zavallı dayanamaz, kendi kendine, (! Postun
üzerindesin, sevenlerin etrafında, talebelerin hizmet ediyor, keyfin yerinde…
Elbette içinde bulunduğun duruma şükredersin, ya ben ne yapayım) diye
mırıldanır. Şeyh, bunun kalbindeki sıkıntıyı fark edince,
‘Evladım,
sen de içinde bulunduğun duruma şükret. Beterin beteri vardır ‘ der.
Mehmet
dayanamaz, şu an besbeter bir durumdayım Efendim…
Hem
işten kovuldum, hem de evden…
Şeyh
oralı olmaz aynı sözünü tekrar eder:
Beterin
beteri vardır. Sen yine de durumuna şükret. Mehmet, cevap vermez ama daha
beterini hayal bile edemez.
Akşam
olmuştur. Herkes köşesine çekilince, Mehmet de, belki hanımı razı edersem diye
dergâhtan çıkıp eve gider.
Kapıyı
çalar, hanımına beni affet, perişanım diye yalvarır.
Fakat
hanımı, içeri almaz.
Kapının
bir kenarına kıvrılır.
Soğuktan
titremeye başar, kuytu bir yere oturur, fakat çok geçmeden zaptiyeler bunu
gizlenmiş olarak görünce şüphelenip karakola götürürler.
Eşkâline
bakınca bunu nezarete atarlar.
Meğer
o civarda bir hırsızlık olmuş.
Hırsızın
eşkâli de bizimkine uyuyormuş.
Zavallı,
geceyi nezarete atılmış ipsiz sapsız haydutların arasında geçirir.
Şeyh,
durumu öğrenir, ziyaretine gelir.
Daha,
nasılsın diye sormadan bizimki feryat eder: Nedir bu başıma gelenler?
Önce
işten sonra eşten oldum, şimdi de…”
Şeyh
sözünü keser: Beterinde beteri vardır.
Bizimki
dayanamaz:
Hocam
anlatamadım galiba…
Suçsuz
yere hırsız damgası yedim.
Üstelik
bu haydutlarla aynı yerdeyim, şunların tiplerine baksana…”
Şeyh
hiç umursamadan karakoldan ayrılır.
O
gece nezaretteki zanlılar arasında müthiş bir kavga çıkar.
Bizim
Mehmet bir kenara sinerek boğuşanları seyreder.
Bu
sırada zaptiyeler kavgayı ayırır.
Kavganın
Mehmet geldikten sonra çıktığını gören zaptiyeler, zavallıyı kavgayı
başlatmakla suçlayıp tekme tokat tek kişilik bir hücreye atarlar.
O
geceyi hücrede geçiren Mehmet, sabahleyin şeyhi karşısında görünce ağlamaya
başlar.
Başından
geçenleri sıkıntıları anlatır.
Ama
şeyh aynı şeyi tekrar eder: Beterin beteri vardır, sen durumuna sabret.
Bizimki
şaşkınlıktan ağlamayı bile unutur: Sabır mı? Sabır taşı olsa çatlar.
Şeyh
güler geçer.
Bizimkinin
öfkeden kanı beynine sıçrarsa da bir şey diyemez.
Şeyh
gidince ortalığı birbirine katar.
Bağırıp
çağırır, hücre kapısını tekmeler.
Gürültüye
gelen zaptiye memuruna da hakaret edince fena şekilde dayak yer.
Üstelik
de “Bu herif yalnızlıktan sıkılmış olmalı” diyerek yanına hasta olan
Mecusi bir tutukluyu koyarlar.
Tek
kişilik bir hücrede iki kişi olması bir yana, adamın ömrü boyunca yıkanmamış,
saçı sakalı kir pas içinde, hastalıktan inlemesi bizimkini perişan eder.
Geceyi
Mecusi ile koyun koyuna geçirirler.
Sabah
olunca şeyh tekrar ziyaretine gelir.
Der
ki: Ooo… Ne kadar güzel… Bir de arkadaşın olmuş.
Yalnızlık
çekmezsin.”
Bizimki:
Böyle arkadaş olmaz olsun efendim.
Herif
hasta ve baygın yatıyor, üstelik de leş gibi kokuyor.
Dar
yerde mecburen kalıyoruz.
Şeyh
yine hiçbir şey söylemeden ayrılır.
Bir
kaç saat sonra hasta Mecusi hem kusmaya, hem de altına kaçırmaya başlar.
Mehmet
hücrede yine tek başına kalabilmek için bir fırsat bilerek görevlileri çağırır.
Görevliler
durumun vahametini görünce; “Bundan sonra bu hücrenin temizliğinden sen
sorumlusun” diyerek bir kova su ile bez verip giderler.
Nezarettekiler
ikiye ayrılır, yine aralarında kavga çıkar, çoğu şişlenir ölür, kalanı da
yaralanır.
Ertesi
gün şeyh efendi karakolu ziyarete gelir.
Hücreye
yaklaşınca Mehmet’in yanık sesini duyar.
O
bir yandan Mecusi’yi ve hücreyi temizliyor, bir yandan da dua ediyor:
Ya
Rabbi sana şükürler olsun, iyi ki hücreye girmişim, ben de muhakkak kavgada
ölebilirdim.
Bir
de Mecusi’ye hizmet ettiğimden dolmayı Mecusi Müslüman oldu.
Şeyhi
görünce başını eğer: Haklıymışsınız efendim.
Bu
adamcağız hasta oldu.
Temizliğini
de bana yaptırdılar.
Düşündüm
ki, ya bu adam ölürse halim ne olur?
Beni
cinayetle bile suçlarlardı veya buraya hiç uğramaz, adamın cenazesiyle kim
bilir kaç gün daha burada tutarlardı. İyi ki ölmedi, hem de Müslüman oldu,
üstelikte büyük kavgadan kurtulmuş oldum.
Şeyhi
gülümser:
Beterin
beteri olduğunu anladın demek… Sana bir müjde vereyim.
Zaptiyelerin
yanından geçerken duydum, gerçek hırsız yakalanmış. Mehmet çok geçmeden
karakoldan çıkarılır.
O
da beterin beteri olduğunu yaşayarak anlar.
Yörenin
bir zengini ona acır işe alır.
Hanımı
da iş güç sahibi olduğunu öğrenince onu tekrar eve kabul eder.
Öykü
bu.
Sözün
Özü
Her
“Şer” de bir “Hayır” vardır.