Cihat Kürkçüoğlu
11 Nisan 2018
“Dağlarda uğuldar göklerde gürler” dizesiyle başlayan Urfa Kurtuluş Marşı’nın yazarı şair Mehmet Hulusi Kılıçarslan’ı gençlik yıllarımızda ilgi ile izler, Urfa kültürüne son derece vakıf bu değerli insanın şiirlerini ve o yıllarda gazetelerde yazdığı yazıları okurduk. 1970’li yılların başlarından itibaren Urfa’nın kültür-sanat ve folklor değerleri üzerine önemli araştırmalar yapan ve bu güne değin onlarca eser ortaya koyan bizim kuşaktakilerin örnek almaya çalıştığı nadir insanlardan biri olan Mehmet Hulusi Kılıçarslan, 1971 yılında Urfa’dan ayrılarak ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşmiştir. Üniversiteyi bitirip Ankara’da görev yaptığım 1973-78 yılları arasında kendilerini Bahçelievler semtindeki evlerinde birkaç kez ziyaret etmiş, sohbetinde bulunmuştum. Ancak o sohbetlerimizi kayda almayı düşünememiştim. 1978 yılında Ankara’dan Urfa’ya gelip Müzede göreve başladığım yılı takip eden yıllarda Hulusi Kılıçarslan ile bir sohbet yapıp bunu yayınlamayı hep düşündüm. Bu düşüncemi 1986 yılı Ağustos ayında gerçekleştirmek nasip oldu. 1986 yılı Ağustosunda Ankara’ya gittiğimde kendisini aramış ve görüşmek istediğimi söylemiştim. Sağ olsun, hemen kabul etti ve randevu verdi. Evlerine gittiğimde, daha rahat hareket edeyim diye düşünmüş olmalı ki, aile bireylerini gezmeye yollamıştı ve evde yalnızdı. O zaman yetmişi aşkın yaşına rağmen kendi elleriyle pişirdiği kahve ve çayları büyük bir zevkle, ama beni de son derece mahcup ederek ikram etme büyüklüğünde bulundu. Kahvemizi ve çaylarımızı yudumlarken ben de sohbetimizi, sorularıma aldığım yanıtları not etmeye çalıştım.
Bu sohbetimiz, 1987 yılının 11 Nisanında Şanlıurfa Belediye Gazetesi’nin 11 Nisan özel sayısında “Şanlıurfa Kurtuluş Marşının yazarı şair Mehmet Hulusi Kılıçarslan ile sohbet” başlığı altında soru-cevap şeklinde yayınlandı. Aradan geçen 20 yılı aşkın bir zaman sonra bu sohbeti, bazı yeni bilgileri de içerecek biçimde biyografi tarzında kaleme alıp yeniden yayınlamanın yararlı olacağını düşündüm.
Özellikle bu değerli şairimizin yaşamından genç kuşağın değerli bilgiler edineceğini ve paylar çıkaracağını umut ediyorum
Mehmet Hulusi Kılıçarslan, 1840 doğumlu Osman Hulusi Efendi’nin ikisi kız olan üç evladından ortanca olanıdır. Rıdvaniye medresesinde ilim tahsil etmiş olan Osman Hulusi Efendi 60 yaşında evlenmiş, 1905 yılında 65 yaşında iken ikinci çocuğu Mehmet Hulusi doğmuştur.
Mehmet Hulusi’nin yetişmesinde babası Osman Hulusi Efendi’nin büyük emeği olmuştur. Yedi yaşından on dört yaşına kadar Urfa’nın ünlü alimlerinden olan Abdülvahit Hoca Efendi’den; Kur’an, ilmihal, hüsnü hat, inşa (resmi yazışma usulleri), aritmetik, Farsça ve Arapça dersleri alan Mehmet Hulusi, ayrıca Hacı Hasan Efendi ve Hacı Abdullah Efendi’den de eğitim görmüştür.
Babasının yaşlı dönemlerini gören Mehmet Hulusi, babasının Fuzuli’den okuduğu şiirlerle büyümüştür. Bir gün babasının hasta yatağında Fuzuli’den okuduğu
“Küfr-i zülfün salalı rahneler imanımıza
Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza”
Beyitinden çok etkilenmiş, böylece Aşık Kerem ve Konyalı Şem’i gibi halk şairlerinin kitapları ile başladığı şiir merakı kendisini Fuzuli’nin Divanı’na götürmüştü. Yazdığı şiirlerini, şiire olan sevgi ve merakını, utandığından dolayı uzun zaman çevresinden gizledi. Arkadaşlarından şair olan Bedri Alpay dışında onun şairliğini kimse bilmiyordu. O yıllarda Urfa’da dergi ve gazete çıkmadığından her iki arkadaş şiirlerini yayınlama imkânı bulamıyordu.
1934 yılının 11 Nisan’ı yaklaştığı günlerde Bedri Alpay kendisine Urfa kurtuluşu ile ilgili bir şiir yazmasını ısrarla önerdi. O da, “Denk al ayağın ey yolcu geçerken” mısrasıyla başlayan Urfa Şehitler Abidesine başlıklı aşağıdaki şiirini yazdı.
Denk al ayağın, baksana ey yolcu, geçerken !.
Taştır diyerek geçme, biraz sırrını öğren.
Söylet beni bir kere, ezik kalbimi deş de:
Bir gün bize doğmuştu siyahlarla güneş de.
Afakımızı boğmuş idi kapkara bir gün
Yaslarla siyahlanmış idi, hür başı Türk’ün !
Hâlâ o günü yâd ederek anneler ağlar
Matemle açardı, şu yamaçlarda çiçekler
Matemlere girmişti o gün, belki Melekler
Göklerde güneş gölge gibi sinsi yürürdü;
Yıldız arayan gözlere toprak dökülürdü.
Herkes bunalan ruhuna bir ninni arardı
Her yanda mezarlık ile baykuş sesi vardı.
Doğmazdı, karanlıklara batmıştı Hilâl da..
Kan çalkalanırdı, o şafaklardaki al da..
Kaybettiğiçin masmavi gökler de Hilal’i
Çılgın gibi seyreylediler, hepsi, bu hali.
Vermişti ölüm pençesine boynunu herkes
Kalmıştı boğazlarda, kısılmıştı bütün ses.
Ellerde oyuncak gibiydi, ülkesi Türk’ün,
Birdenbire göklerde çakıp gürledi bir ün:
Silkin dedi, miskin yaşamak Türklüğe ardır;
Türk ölmeyecek, öldüğü gün küre mezardır.
Doğruldu eğilmiş kafalar, kalktı telâşla
Meydana atıldık o zaman, caniyle, başla…
Çıktı bir avuç genç burada mertçe savaştı
Şimşek gibi çarpıldı ve seller gibi taştı.
Kimisi boğuşup durdu bu yerde ecel ile,
Düştü, yine al bayrağı yükseltti elile..
Kimisi yüreğinden yere kurşunla kadandı,
Serdi kimisi kanını, üstünde uzandı.
Her birisi bir yanda düşüp tek biri kaldı,
Karşısında cehennem gibi gür ateşe daldı.
Her yanını sararken onun bomba tufanı
Göğsünde yine tınmadı, bir lâhza imanı.
Son damla kanı aktı, vuruldu ciğerinden;
Son sözle yine şanını haykırdı derinden.
Yükseltti onun ruhunu göğsünde melekler,
İşte, o şehidin burada yadı, bu MERMER…
11 Nisan kutlama töreninde İbrahim Karakapıcı tarafından kürsüde okunan bu şiir, törende bulunan Urfa milletvekilleri tarafından çok beğenildi. Aslen Konyalı olan Urfa Milletvekili Ali Fuat Üçbudak, şiirin şairini Vali Nizamettin Atakan’dan buldurmasını istedi. Vali Nizamettin bey, Hulusi Bey’i buldurarak Ali Fuat Üçbudak ile tanıştırdı. Ali Fuat Üçbudak bu şiiri o akşam belediyenin verdiği yemekte okudu. Daha sonra, Urfa’da kaldığı iki gün içerisinde Hulusi Bey ile edebi sohbetlerde bulundu.
Hulusi Bey, 1934 yılı 11 Nisan Kurtuluş Bayramı için yazdığı bu şiirini o yıl Musa Kâzım Bey tarafından Urfa’da çıkarılan Milli Gazete’de yayınladı. Yayınlanan ilk şiiri olması dolaysıyla bu şiirin Hulusi Bey de ayrı bir yeri olmuştur. Hulusi Bey o yıldan sonra her 11 Nisan’da bir kurtuluş şiiri yazmaya başlamıştır.
Hulusi Bey Urfa Kurtuluş Marşı’nı yazıyor…
945 yılının 11 Nisan kutlamalarına bir kaç ay kalmıştı. Bir gün çok sevdiği arkadaşlarından ressam Sami Barlas, Hulusi Bey’e heyecanla “Hulusi Bey. Hep Kurtuluş ile ilgili şiirler yazıyorsun. Bir Kurtuluş Marşı yazsan da Urfa Lisesi müzik öğretmeni hemşehrimiz Şükrü Dilen Bey’e besteletsek nasıl olur ?” diye bir teklifinde bulunur. Bu teklif karşısında Hulusi Bey çok heyecanlanır. Hemen konuyu Şükrü Bey’e açarlar ve böyle bir şiir yazılırsa besteleyip bestelemeyeceğini sorarlar. Şükrü Bey’den; “Memnuniyetle bestelerim ve bu benim için onur olur” yanıtını alınca çok sevinirler. Hulusi Bey hemen o günden sonra kendisini Kurtuluş Marşı şiirine odaklar.
14-15 yaşlarında savaşın heyecanını yaşamış olan Hulusi Bey, şiirine ilham veren kurtuluş günlerini şöyle anlatır: “Savaş sırasında 14 yaşında idim. Savaşa bir fiil katılmadım. Ancak savaşın içerisinde idim. Biz Narıncı mahallesinde oturuyorduk. Siperlerimiz orada idi. Urfalılar Fransızlarla çatışmaya girmekle çok tehlikeli bir maceraya atılmış oluyordu. Çünkü, Fransızların Ermenilerle birleşip Müslümanlar üzerine topyekûn bir yok etme saldırısında bulunmaları an meselesiydi. Ancak ölüm pahasına da olsa ay yıldızlı bayrağımız altında, ezan sesini dindirmeden, yurdumuzu düşmana böldürmeden yaşamak her Urfalının en büyük arzusu idi. Hiç bir yerden yardım yoktu. Bu yüzden halk zor günler yaşamaktaydı. Ben büyük bir merak ve heyecanla mücahitlerimizin siperlerinde bulunuyor, olan bitenleri öğreniyordum. Bu büyük savaşı Urfalıların yüz akı ile kazanmaları, zafere ulaşmaları herkesi çok sevindirmişti. O çetin savaş günlerini ve peşinden zafer sevincini yaşamış olmam Kurtuluş Marşı’nın yazılmasında elbette beni yönlendirmiştir.” Hulusi Bey, savaş günlerinin kendisinde bıraktığı bu duyguların etkisiyle aşağıdaki Kurtuluş Marşı’nı yazar.
Dağlarda uğuldar göklerde gürler
Yankılar dinmeden söyler o günü
Urfa’yı bir daha kükrer görürler
Her Onbir Nisan’da anarken dünü
Tarihe nişandır kurtuluşumuz
Bize armağandır kurtuluşumuz
Bir eşsiz destandır kurtuluşumuz
En büyük şereftir Türk oluşumuz
Dur o gün kanlarla ıslanan yerde
Yükselen sesleri duy perde perde
Bir eli bağrında, bir el ilerde
Haykıran erlerin dinle ününü
Nakarat
Atalar kanıyla bağlıyız yurda
Kuzu kaptırmayız sırtlana kurda
Sırası gelince biz bu uğurda
Kurarız yine o şanlı düğünü
Nakarat
Şiiri bitirdiğinde arkadaşı Sami Bey’le beraber Şükrü Bey’e götürürler. Şükrü bey şiiri besteler. Beste, dönemin Valisi Halis Bilaloğlu’na dinlettirilir. Marşı çok beğenen Vali Bey hemen, 11 Nisan’a kadar tüm okullarda öğretilmesi konusunda Milli Eğitim Müdürü Recep Çekiç’e talimat verir. Böylece marş, bayram gününe kadar bütün okullarda öğrencilere öğretilir. Marş, 1945 yılının 11 Nisan Bayramı töreninde tüm öğrenciler tarafından büyük bir heyecanla halkın huzurunda okunur ve büyük alkış alır.
1955 yılında başladığım İlkokul sıralarında müzik derslerimizde öğrenerek büyük bir heyecan ve zevkle okuduğumuz bu marş, her nasıl olduysa zamanla unutuldu ve ilköğretimin müfredatından kaldırıldı. Sohbetimiz esnasında son yıllarda bu marşın müfredattan kaldırılışına ve böylece unutuluşuna çok üzüldüğünü belirten Hulusi Bey, marşın yeni nesle öğretilerek yeniden canlandırılması için yöneticilerden dilekte bulunmuştur.
Kadın şairlerimizden ve romancılarımızdan Halide Nusret Zorlutuna, asker olan olan eşi Aziz Vecihi Zorlutuna Paşa’nın görevi nedeniyle Urfa’ya gelmiş ve 1946-1948 yılları arasında Urfa Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapıyordu. Hulusi Bey o yıllarda 40 yaşlarında idi ve yazdığı şiirlerini Halide Hanım’la paylaşıyor, onun görüşlerini alıyordu. 1946 yılında Rusların Kars’ı, Aradahan’ı istemesi üzerine yazdığı “Mehmedim” adındaki aşağıdaki şiirini Urfa gazetelerinde yayınlamıştı.
MEHMEDİM
Hazır ol, yurduna yan bakanlar var
Gözünden kaçmasın aman Mehmedim.
Bir sensin bu yurda çelikten hisar
Ötesi hep boş söz, yalan Mehmedim.
Sayıda bir teksin, savaşta onsun
Tarihe başlangıç, hayata sonsun
Şaşkınlar dilerse sana dokunsun
Sonunda halları yaman Mehmedim.
Hulusi Bey’in deyişiyle; bütün yönleriyle asil bir hanımefendi olan ve Urfa’yı çok seven Halide Nusret Zorlutuna, Urfa gazetelerinde yayınlanan bu şiiri çok beğenmiş ve her gördüğünde kendisine ¸ “Ah, senin Mehmedin beni bitirdi” demiştir.
Halide Nusret Zorlutuna, yıllar sonra yazdığı ve Urfa Kurtuluş destanını konu alan Aşk ve Zafer adlı romanında Hulusi Bey’in aşağıdaki Kutsal Savaş adlı şiirine yer vermiştir.
KUTSAL SAVAŞ
Eller silahsızdı, kalpler yaralı;
Her taraf mezarlık, her şey karalı…
Türk oğlu alsın da gör istiklâli
Yaşatsın bir ulu destan, dediler.
Düşmanı gömdüler 11 Nisan’la
Türk yurdu yıkandı tertemiz kanla
Hilâli yükselmiş görünce şanla;
Önünde diz çöküp “canan!” dediler.
Günlük gazetelere yazdığı aktüel şiirlerden tutun da Türklük-Vatan-Millet-Bayrak konuları başta olmak üzere gerek aruz, gerekse hece vezniyle yüzlerce şiir yazan Mehmet Hulusi Kılıçarslan, Urfa’nın türkü ve hoyrat diyarı olması nedeniyle hoyrat yazmaya da yönelmiştir. O’nun yüzlerce hoyratından biri olan,
“Harpten döndüm yurda ben
Oldum hurda hurda ben
Ben bir Türk askeriyem
Kuzu vermem kurda ben
Ben ölüm, ay yıldızlı bayrak için ben ölüm
Şirin Urfam için ben ölüm”
Hoyratı Urfa’nın yetiştirdiği değerli mahalli sanatçı Seyfettin Sucu tarafından 1960’lı yılların sonlarında plaka okunmuş, bu hoyrat uzun yıllar 11 Nisan bayramlarında belediye hoparlöründen yayınlanarak halka savaş günlerinin heyecanını yaşatmıştır.
O’nun 1969 yılında Urfa’nın susuzluğuna yazdığı,
Suya hasret
Susuzlar suya hasret
İçerden bağrım yanık
Dudağım suya hasret
Hasret kaldım suya ben
Daldım bir uykuya ben
Rüyamda bir su gördüm
İçtim, doya doya ben
Dizeleri, yine Seyfettin Sucu, daha sonra İbrahim Tatlıses tarafından hoyrat ve türkü formunda okunmuştur.
Urfa’daki yüzlerce mezar taşına da şiirler yazan Mehmet Hulusi Kılıçarslan’ın şiirlerinin önemli bir kısmı, Urfa ve Urfa Kurtuluşu konularında olmuştur. Arapçayı ve Farsçayı iyi derecede bilmesine rağmen, birkaç gazelinin dışında bu dilleri ve divan tarzını kullanmamış, şiirlerinde arı Türkçeyi tercih etmiştir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç O’nun sevdiği şairler arasındadır. Ancak, Mehmet Akif Ersoy’un kendisinin bütün şiir zevkine hakimiyet kurduğunu söyler. Akif’in yalnız şiirde değil, insanlıkta da örnek biri olduğunu belirtir. Bu görüşmeyi yaptığımız 1971 yılında, Urfa’dan 15 yıldır uzakta olduğu için Urfalı genç şairlerden haberdar olmadığını belirten şairimiz, Mehmet Hulusi Öcal’ın şiirlerini çok beğendiğini ifade etmiştir
Urfa halk musikisine büyük ilgi duyan Hulusi Kılıçarslan, gençlik yıllarında Urfa’nın tanınmış musiki ustalarından Mukim Tahir, Hacı Nuri Hafız, Hafız Bozan Akgül (Kel Boze), Kıde Hafız (neyzen), Mehmet Kalfa, Arapoğlu Mehmet ve Kel Hamza’nın meclislerinde dinleyici olarak bulunmuştur.
Asıl mesleği çiftçilik olan, Urfa halkı tarafından sevilip sayılan, yüreği Türklük, vatan, bayrak ve Urfa sevgisi ile çarpan bu değerli şairimiz 6 Haziran 1990 günü 85 yaşında iken Ankara’da yaşama veda etti. Mekânı Cennet olsun.