İlk etapta Malta adası nerede Şanlıurfa nerede diye düşünürüz doğal olarak. Türkiye ve Malta arasında devlet bazında bile çok fazla bir bağlantı yok iken Şanlıurfa ve Malta isimleri nasıl yan yana anılır oldu dersiniz?
Malta devleti Akdeniz üzerinde bulunan Gozo ve Malta adlı iki adadan oluşuyor. Bu adalar uçsuz bucaksız Akdeniz’in ortasında olmasına rağmen gözünüzün önüne gelecek beyaz kumlu uzun sahilleri hemen unutmanız gerekli. Malta daha çok denizin ortasında yükselmiş devasa bir kaya yığını gibi. Adanın üstünde, merkezinde bulunduğunuzda deniz seviyesinden oldukça yüksektesiniz. Heryerden denizi göremiyorsunuz, etraf mis gibi deniz suyu kokmuyor, tabii kayalık kıyıya inebileceginiz yerler de var ama sonuçta tipik bir Akdeniz tatil adası görüntüsü yok burada. Tüm bu anti Akdeniz özelliklerine rağmen Malta’nın en büyük gelir kaynaklarından biri yine de turizm. Deniz-güneş-sualtı güzellikleri paketi sunamayan Malta, turizm için bunların yerine başka bir değeri öne çıkartmış. Neolitik dönem tapınaklarını….
Malta devletini oluşturan adalar kireçtaşından oluşan bir jeolojik dokuya sahip. Kireçtaşı 19yy.dan itibaren yapı malzemesi olarak o kadar çok kullanılmışki, sonuçta her köşedetaş ocağı adı altında kreter gibi oyuklar meydana gelmiş vebu nedenle taş ocaklarının kontrollu kullanılması konusunda bazı koruma insiyatifleri oluşmuş.
Malta’ nın yapı malzemesi olarak kullanılmaya çok elverişli olan iyi kaliteli kireçtaşıkaynaklarını anıtsal yapılar için ilk kullanan insanlar ise adanın günümüzden 5000 yıl önceki neolitik dönem sakinleri. *
Bu dönemden günümüze ulaşan taş anıtlar 3-4m. yüksekliğindeki dikilitaşları ve yuvarlak mimari planları ile tanınıyor. Anıtların hemen hepsi toprak üstü buluntusu oldukları yani arkeolojik kazı yapmadan görünür haldeeserler kategorisindeolduklarından yüzyıllar boyunca gezginlerin ve araştırmacıların ilgisini çekmiş. Bu uzun zamana yayılan ilgi ve tanınmışlık sayesinde, günümüz insanının belleğine Malta tapınakları kavramı yerleşmiş.
Malta devleti Akdeniz turizminde yerini alabilmek için bu tapınakları ilgi odağı olarak bilinçli bir şekilde kullanmakta. Ülkenin tek havaalanına indiğinizde dahi taş anıtların birebir büyüklükte bir modeli ile karşılaşıyorsunuz.
Anıtlardan en önemlilerinden biri olan Hal Saflieniayrıca yeraltı tünel ve mağaralardan oluşan ender örneklerden birisi. Hal Saflieni’yi ziyaret etmek için günlerce öncesinden yer ayırtmak, sıra beklemek gerekiyor. Çünkü burası sadece küçük gruplar halinde, rehber eşliğinde ve günde belli sayıda ziyeretçi tarafından gezilebiliyor. Ama bugün bu kadar dikkat gösterilen narin bir eser olarak korunan Hal Saflieni’ nin çok acıklı bir kazı hikayesi var. 19yy. da şehir dokusu Hal Saflieni’ nin bulunduğu alana doğru yayıldığında, yer altında böyle bir tarihi değerin saklandığı bilinmeden çok katlı binalar inşa edilmeye başlandığında, tesadüf eseri bu mağaralar zincirine bir giriş bulunur. Ancak inşaat faaliyetlerinin durdurulmasından korkularak Hal Saflieni’ nin bulunduğu kamuoyundan saklanır ve inşaata devam edilir.Birçok orjinal katman bu şekilde yok edildikten sonra mezarlık kompleksinin varlığı sonuçta bir şekilde duyulur ve arkeolojik kazı yapılmaya başlanır. Bugünkü görüşle içler acısı denilebilecek bir yöntemle, tüm dolgu hızlı bir şekilde kazılır ve bulunan binlerce insan kemiği yakınlardaki boş arazilere dökülür. Bugün Hal Saflieni’ nin, insan eliyle yapılmış yer altı tünelleri ve mağaraları ile çok kompleks bir plandan oluşan ve günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncesine tarihlenen bir mezarlık alanı olduğu biliniyor. Ama burayı yapanlar kimmiş, niye yapmış, yapanlar nereden gelmişler,kaç kişiymişler gibi sorular cevapsız kalmaya mahkum. Çünkü bu sorulara cevapları getirecek olan dolgu toprağı verisi, kazı methodu nedeniyle elde edilememiş. Dolgudan çıkan ve etraftaki boş arazilere dökülen binlerce insan kemiğinden, şaka değil sadece bir adet kafatası kemiği arta kalmış, o da bugün dünyanın en ender buluntusu muamelesi görerekmüze kasasında saklanıyor. Hal Saflieni gibi çok önemli bir anıtın ibret verici bulunma ve araştırma hikayesine değindikten sonra asıl konumuza Malta’ da Urfa etkilerine geri dönelim.
Malta’nın neolitik dönem anıtlarını tanıtırken yıllardır kullandığı ‘dünyanın en eski anıtları’ mesajı, Urfa’da, Göbekli Tepe’ de bulunan yaklaşık 12000 öncesine tarihlenen kireçtaşından yapılmış anıtsal yapılar nedeniyle kullanılmaz hale geldi.
Bilimsel araştırma ve yayınlar sayesinde zaten varolan Urfa-Malta düşünce hattı, geçtiğimiz yıl, Malta’ da bulunan bir arkeoloji derneğinin girişimi sayesinde pratiğe de dönüşme imkanı buldu. Bu derneğin üyelerinden oluşan, kendi adalarında bulunan eski anıtların değerinin bilincinde, arkeoloji biliminin getirdiği yenilikleri takip eden insanlardan bir grup, Malta adasından yola çıkarak bir Türkiye turuna katılmışlar ve en önemli seyahat hedefi olarak kendilerine Göbekli Tepe’ yi, Urfa’ yı seçmişlerdi. Hatta kazı ekibimizle aylar öncesinde bağlantıya geçip, özellikle kazı ekibinin çalıştığı dönemde Urfa’ da olmak istemişlerdi. Göbekli Tepe’ yi gezen en bilinçli grup buydu sanırım. Çünkü kendi ülkelerinde bulunan anıtların verdiği karşılaştırma imkanı ile gözlemliyorlardı herşeyi.
Bu geziyi düzenleyen yukarıda bahsettiğim Malta arkeoloji derneği geziden birkaç ay sonra Göbekli Tepe’ yi bir konferans yoluyla tanıtmak üzere kazı başkanımız Prof.Dr. Klaus Schmidt’ i Malta’ ya davet etti. Amaç hem Klaus Schmidt’ e Malta adasındaki arkeolojik çalışmaları ve anıtları göstermek, fikrini almak hem de Malta adasının arkeologlarını dünyanın başka bir köşesinde, Şanlıurfa’da insanlığın daha da eski anıtlarını bulan arkeolog ile biraraya getirmekti.
Oldukça verimli geçen buluşmada, Malta’ nın eserlerini koruma konusunda yaşadığı sorunlar, Göbekli Tepe’ nin getirdiği yeni veriler gibi çeşitli konular görüşüldü. Örneğin Malta’ nın çok radikal bir kararla binlerce yıldır toprak üstünde, açık havada kalan anıtları çatı ile kapatma girişiminin etkileri incelenip paylaşılacak ve bu, Göbekli Tepe için geliştirilecek koruma planlarına ek bir bilgi ve tecrübe olarak yansıyacak. Buluşmanın en önemli sonuçlarından biri ise Malta’ nın taş anıtları için herzaman kullandığı ‘ dünyanın en eski anıtları’ adlandırmasının yeni sahibininGöbekli Tepe olduğu idi…..