İbrahim Dülger
29 Kasım 2006
Bilmiyorum,sizler hiç yaşadınız mı eskiyapı dokulu kentinizin evlerinde, gezdiniz mi sokakların çarşılarında? Çocukluğumun, gençliğimin ilk yılları geçti eski yapılı kentimin evlerinde. Sonra apartman yaşamı ve kentleşme olgusuyla bir bir terk edildi eski yapılı kentin evleri birdenbire. Çarpık yapılaşma ile dikilen apartman denilen kutu gibi evler pek hoşumuza gitmişti, biz çocuk ve gençlerin: yatıp uyuduğumuz, yediğimiz gidemecinde yıkandığımız, konukları ağırladığımız tek damlı evlerden bir çok odalı evlere. Ne de ilginç gelmişti bize. Gökyüzünü göremiyorduk, ama bağımsız odalarımız vardı. Kiler, mashan, ipğerik yerine mutfak, tek odalı dam yerine salon salomanj. Söylerken bile bir başka oluyordu adını,anlamını anlamazsakta bu sözlerin. Baba ve annelerimiz pek renk vermiyorlardı ama pek mutlu değillerdi sanki, paldır, küldür girdikleri apartman kültürü denilen yaşamdan. Sanki itelenmişlerdi bu yeni yaşam tarzının içine… En fazla direnenlerimiz yaşlı ninelerimiz, dedelerimiz oldu, apartman denilen; soğuk, anlamsız, ş ekilsiz beton yığınlarına. Eski yapılı kentlerin evlerinde uzun yıllar direndiler. Konuk olarak kalmaya geldiklerinde yanımıza, sabırsızca oturdular, ”Biz bu asri hapishanede yaşayamayız” diye kaçıp gittiler; mutlu oldukları avlulu, damlı, güvercinli, insan kültürünün ürettiği mimarisi sanatsal bir abide olan evlerine… Yanımızda olmadıkları için buruktuk: Büyük aileler bölünmüş, kapıları kapalı, sadece kendini bilen, komşuluk ilişkileri olmayan, duyarsız çekirdek ailelere dönüşmüştük apartmanlar sayesinde. Masal anlatan Ninem, elimden tutup gezdiren yaşlı Dedem yoktu. Sokakta, mahallede kapı komşumuz olduğumuz dayılar, bibiler, teyzeler darmadağın olmuştu, eski yapılı kentimin uzaklarında yapılan apartmanlarda… Yıllar geçip yaşlanan, düşkünleşen dedeler, nineler oturamadılar, direnemediler daha fazla. Zorla sökülüp alındılar hayat buldukları, kök saldıkları mutlu evlerinden. Taş yapılı evlerin çangallı, kocaman kapıları bir bir kapanmaya başladı. Sokaklar ıssızlaştı, evler mahsunlaştı, düz damları ve duvarları çöktü, viran oldu sahipsiz, kimsesiz kalınca güzelim evler. Apartmanlarda; ömürlerinin son günlerini yanıbaşımızda ama mutsuzca geçirdi, dedelerimiz, ninelerimiz. Penceresinde balkonunda oturup,yaşlı ve buğulu gözlerle sokağa bakar gibi yaparak ve de ağlayarak, yaşadılar son günlerinde geçmişlerini… Bugün çoğu terk edilmiş, bakımsızlıktan harap olmuş Anadolu’nun bazı şehirlerinde yaşama savaşı veren, kayıt altına alıp kültürel miras diye belgelediğimiz, pek azını koruyabildiğimiz eski yapı dokulu kentlerimiz, yerleşme yerlerimiz neden korunamadı bu hallere düştü? Kültürel mirasımızın ana öğelerinden biri olan eski yapılı kentlerimizin çarşıları, evleri, köprüleri, kale ve surları kazanç uğruna yağmalandı, talan edildi. Oysa; bizi biz yapan, coğrafyamıza, yaşam tarzımıza, duygularımıza uyumlu yılların birikimiyle oluşturulan sanatsal abidelerdi bu yapılar. Başka ülkelerden gelen insanlar için ilginç ve özgündü, gelir kaynağı haline dönüştürülebilirdi. Toledo, Venedik, Roma, Budapeşte, Grana’da ve Safranbolu’da olduğu gibi. 1950’li yıllarda hızlı kentleşme olgusuyla yerel yönetimler başladı yıkım ve yağmaya: Taşıtların girmesi için surlar, evler yıkılarak, caddeler, meydanlar oluşturuldu kaleler yerle bir edile-rek, camiler, kiliseler,havralar yıkıldı yeni dinsel mekanlar oluştur-mak için. (Cilalı Taş Çağına ait buluntular yok edildi; şanlıurfa’da dinsel rivayetlerin, söylencelerin geçtiği mekânların yeniden yapılanmasında. ınsanlık kültürü ilk dönem belgeleri yok edilerek.) Adını da koymuşlardı “şehrimizi güzelleştiriyoruz” derken. Tarihsel dokuyu, kültürel mirası, geçmişimizi yok ve inkâr ederek. Tam da demokrasiye geçtik diye özgürleştiğimizi sanıp sevinirken. Hunharca yıktık yok ettik Anadolu kültürlerinin sentezi olan o güzelim eski yapılı kentleri. Bir kısmı: Osmanlının son savaşında yakıldı yıkıldı, Doğuda Güneydoğu’da Rum ve Ermeni çeteleri ile yapılan çatışmalarda: Van, Bitlis, Ahlat, Moğolların, Timurun yıktığı Harran gibi. Bir kısmı depremlerde yok oldu Erzincan misali. Sel,doğal afet ve salgın hastalıklarda terk edildi, yandı, yok oldu bazıları. Ticari önemini kaybedip terk edilen Harput, nüfusları azalan Kars, Erzurum, Mardin. Hızla kentleştiği için özgün görüntüsünü kaybeden Diyarbakır, Urfa, Antakya, Siverek, Birecik gibi. Bazılarını da; baraj sularına gömdük gömeceğiz: Samsat, Halfeti, Zeuğma, Avalonya, Nevalaçori, Hasankeyf gibi… Güneydoğu’da geri kalmış bölge olmanın avantajını yaşadık bilmeden, elimizdeki hazineyi farkettik birden. Yavaş oluşan kentleşme, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun tescildeki duyarlılığı Köyden kente göç edenlerin yerleştikleri evlerin kullanılması sayesinde eski kent korunmuş oldu. Tarihsel ve doğal varlıklar, kültürel miras, çevrenin korunması kavramları yaygınlaştı. Duyarlı yöneticiler, aydınlar ve halk yıkım ve yağma sürecini durdurmaya, ters sürece çevirmeye çalıştılar, tehlikenin farkına vararak. Bugün temel sorun: Eski yapı dokulu kentlerin korunması, gelecek nesillere devri, turizm açısından gelir getirecek duruma getirilip işlevselleştirilmesidir. Güneydoğu’da eski yapılı kent dokularının korunarak günümüze getirilebilmesinin en önemli sebeplerinden biri de yapılarda kullanılan malzemenin çoğunlukla taş olmasıdır. Coğrafya gereği bulunan, kolay işlenilebilen, hava ile temas sonucu sertleşen kalker taşı kesilerek (nahit taş) yapılarda kullanılmıştır. Hatay, Kilis, Gaziantep, Nizip, Birecik, şanlıurfa, Mardin ve Hasankeyf’i içine alan güneyde hakim yapı malzemesidir. Siverek, Diyarbakır da volkanik bazalt kesme taş yapılarda kullanılırken, Bitlis, Ahlat, Adilcevaz, Tatvanda kahverengi volkan tüfü ve andezit kesme taş yapılarda ana malzemedir. Eski yapı dokulu kentlerimizi ve bugünkü durumlarını tek tek ele alırsak: ANTAKYA: Çok eski bir yerleşim yeri ve hristiyanlığın ana merkezlerden biri olan Antakya da hızlı ve bilinçsiz kentleşme sonucu eski kent dokusu pek korunamamıştır. Mevcut mahalleler çarşıya dönüştürülmekte, yozlaştırılıp, tahrip edilmektedir. GAZıANTEP: Kale ve çevresindeki evler, çarşı dışındaki eski kent dokusu korunamamıştır. Yapı taşı kalkerdir. BıRECıK: Fırat kıyısında Osmanlı Devleti’nin tershane şehri; kalesi ve çevresindeki evler, çarşı, birkaç cami, dış sur kapısı kalıntısı olarak eski kent varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Yapı malzemesi yumuşak kalker taşıdır (karga sabunu). HALFETı: Kısmen Birecik Barajı suları altında kalarak kesme taş binalarıyla harika görünümlü göl kıyısı kenti durumuna gelmiştir.ılgi bekler durumda kaderine terkedilmiş gibidir. şANLIURFA: Eski kent dokusu Güneydoğu’da en iyi korunabilmiş kentlerden birisidir. Özgün mahalle, sokak, kabaltı, çarşı, kale ve balıklıgöl çevresindeki dinsel yapıları ile eskiyi yaşayabileceğiniz durumdadır. Son yıllarda yöneticiler ve halkın duyarlılığı ile restore edilen, korunan yapılar çeşitli amaçlarla kullanılmakta olduğu için varlığını sürdürmektedir. Tarih yazımını değiştirecek olan Göbeklitepe Höyüğündeki kazılar da erken Cilalı Taş Çağı yerleşim yeri ve dünyada ilk tapınak mimarisi ile birçok klanın tapınma ve hac merkezi ortaya çıkartılmıştır. Kazı devam etmektedir. Urfa daki yapılarda yapı malzemesi kalker taşı olup,evler düz damlı, ayvanlı, cumbalı, sutunlu, sade taş süslemelerle kendine özgüdür. VıRANşEHıR: Adı gibi viran olmuş durumdadır. Geçmişte sayıları onun üzerinde olan Roma sarayının son dikmesi de çökmemek için direnmektedir. Restore edilen ıbrahim Paşa Konağı kültürel amaçlı kullanılmaktadır. MARDıN: Dağın boynuna sarılmış gece bir gerdanlık gündüz mezarlık görünümündedir. Eski kent dokusunu büyük ölçüde koruyan Orta Çağdan kalma Müze kent gibidir. şehrin görüntüsünü bozan yer yer yüksek beton yapılar vardır. Camiler, Medreseler, Manastırlar, Kiliseler, Kalesi ve çarşıları ile çok kültürlü özgündür. Artukoğulları, Selçuklu, Arap ıslam, Hrıstiyan mimarisinin en güzel örnekleri görülebilir. Binaların taç kapılarındaki taş işçiliği hamurdan işlenmiş gibi muhteşemdir. Süryani kültürünün ana merkezlerden biri olan Mityat ta göç nedeni ile terk edilen evler ve yapılar korunma altına alınmalı kendine özgü gümüş ve altın işlemeciliğinin devamı sağlanmalıdır. HARRAN: Geçmişte ticaret yollarının kesiştiği kent, tarihte Sabii dininin merkezi, Ay Tanrısı Sin Tapınağı ile Hac, Müslümanlar döneminde Üniversitesi ile kültür kentidir. Halkın barındığı tuğla kuppeli kerpiçten yapılmış evleri ile oluşan görünüm beton uyduruk yapıların yapılmasıyla bozulmuş, özgünlügünü kaybetmek üzeredir. Ören yeri üniversitesi ve kalesi restorasyon ve koruma beklemektedir. Tektek dağları üzerinde pagan (putperestlik), Sabii’lik döneminin önemli yerleşim yerleri olan; Soğmatar, şuayipşar, tek bir kayadan imar edilmiş Sanem Sarayı harap durumda yok olmak üzeredir. HASANKEYF: Mervani,Hamdani ve Artukoğulları’nın başkenti konumunda olan eski kent büyük oranda yok olmakla birlikte;kale, Dicle kıyısında camiler, kümbetleri, köprü ayağı eskiyapılı kent yapısında kalan son yapılardır. Yapılacak olan Ilısu Barajı göl suları altında kalmaması için kurtarılmayı beklemektedir. SıVEREK; Bazalt kesme taşlardan yapılı, kale çevresinde direnmeye çalışan eski yapılı kent dokusu hızla yükselen yapılar arasında görünmez duruma gelmiştir. DıYARBAKIR: Bazalt kesme taşları ile örülü dış surları, kapıları ile ünlü kentte eski yapı dokulu şehir surlar içinde Dicle vadisine bakan yamaçlarda varlığını sürdürmektedir. Artukoğulları ve Osmanlı Dönemi; camiler, çarşılar, taş konaklar, kiliseler, hanlar, hamamlar, Malabadi köprüsü görülmeye değer özgün eserlerdir. BıTLıS: Volkanik koyukahverengi kesme taşları ile vadi içinde yapılanmış eski kent dokusu kısmen kullanıldığı için korunmuştur. Camileri, minareleri, kalesi ve kümbetleri ile ilginç görünümlü bir kenttir. Kümbetleri ve Selçuklu Mezarları ile ünlü Ahlat’ta eski kent yapıları tümüyle terk edilmiş yerleşim yeri olmaktan çıkmıştır. VAN: Urartular Döneminden kalma kalesi kerpiç ve çamur yapı malzemesi kullanıldığı için büyük oranda deforme olmuştur. Kale eteğindeki eski bayındır Van: I. Dünya Savaşında yaşanan Rus ve Ermeni işgali ve çatışmaları nedeni ile tümden harap halde, yığıntı durumundadır. Tek tük ayakta kalmış cami ve minareler kentin görkeminin belgeleri gibidir. Aktamar Adasındaki kilise, Hoşap kalesi, Edremit’teki şamram su kanalları görülmeye değer yapılardır. Bugün Van kentinde kendine özgü çamur ve kerpiç yapılı evler azda olsa görülebilmektedir. HARPUT: Anadolu da ticaret kervanlarının güzergahı olan şehir, ovada Elazığ kentinin kurulmasıyla sönükleşmiş nüfusu azalarak küçük bir belde haline gelmiştir. Artukoğulları ve Selçuklu Dönemine ait çok sayıda; kümbet, cami, medrese ve yapılar yok olmamaya direnmektedir. Kültürel mirasın ana ögelerinden biri olan eski yapılı kent ve dokuları mutlaka korunmalı gelecek nesillere bırakılmalıdır. Bunu yapmak Ülke topraklarını sahiplenmek, yurt edinmek, insan olmak anlamına gelecektir. KORUNMALARI ıÇıN NELER YAPILABıLıR? 1.Eski kent yapıları çeşitli amaçlarla kullanılmalı, işlevselleştirilmelidir. Konut, aşevi, kütüphane, galeri, müze, pansiyon, ibadethane, ticarethane gibi. 2.Topluma yapıların korunmasının gerekliliği bilinci verilmeli ve eğitilmelidir. 3. Eski yapılı kent dokusunu bozucu bina ve yapılaşmalardan kaçınılmalıdır. (Yüksek binalar,naylon ve teneke minareler gibi.) 4. Korunmaya değer yapılar belgelenmeli,kayıt altına alınmalı,yıkılıp yakılmaları durumunda ağır yaptırımlar uygulanmalıdır. 5. Tarihi ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarını her kentte kurulmalıdır. 6. Yapı sahiplerine onarım ve bakım için yıllık ödenek verilmeli restorasyonları için karşılıksız krediler sağlanmalıdır. (Urfa’da kredi sağlama çalışmaları başlamıştır) 7. Eski yapılı kent dokularını korunması il özel idarelerinin ve belediyelerin ana görevleri içerisinde yer almalıdır. 8. Hazırlanılacak projelerle insanlık kültür mirasının korunması amacı ile AB, Birleşmiş Milletler, UNESCO gibi Uluslararası örgütlerden fon desteği ve yardım sağlanmalıdır. 9. Restorasyonları dikkatlice ve aslına uygun olarak yapılmalıdır. 10. Eski yapı ve binaların envanteri çıkarılmalı, ölçüleri belirlenmeli CD çekimleri yapılarak belgelenmelidir. 11. Eski kent alanlarına ve platformlarına giriş ve gezişler için gerekli düzenlemeler yapılmalı. Turistlerin güvenlik, korku gibi hissettikleri tedirginlikler giderilmelidir. 12. Turizm açısından konut, pansiyon, konukevi olarak kullanılmaları sağlanmalıdır. 13. Kongre, uluslararası toplantılar ve sergilerde mekân olarak kullanılmalıdır. 14. Onarım ve restorasyonlarda çalışan deneyimli taş ustalarının üniversitelerde açılacak olan yüksek meslek okullarında ve enstitülerde yetişmeleri sağlanmalıdır. Böylelikle yeni iş alanı sağlanabilir. 15-Eski yapılı kent turizminde büyük gelirler sağlayan ıspanya, ıtalya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler örnek alınıp deneyim sağlanmalıdır. Unutmayalım ki; vurdumduymazlık, ihmal, cehalet nedeni ile varlıklarını, dokularını hızla kaybeden eski yapılı kentlerimizi, tarihi ve doğal varlıkları bir gün tümüyle kaybedebiliriz. Telafisi mümkün olmayan bu durum: geçmişimizin de yok olması anlamına gelecektir. Çocuklarımıza ve gelecek nesillere devredilmeden yok olacak bu kültürel varlıklar: ılerde oluşacak olan toplumun, köksüz ve toprağa sıkı sıkıya bağlı olmayan ağaçlar gibi hafif bir rüzgarda devrilmelerine, yok olmalarına sebep olacak; Tarihte kalan, yok olan toplumların,milletlerin akıbetine uğramasını sağlayacaktır. Atatürk’ün de dediği gibi: “Geçmiş kültürüne sahip olmayan, tarih bilincinden yoksun milletler başka milletlerin avı olmaya mahkûmdur.” Yaşadığımız toplumun bireyleri olarak; güncel ve önemli bir konu olan kültürel mirasın korunmasında gerekli duyarlılığı göstererek, yaşadığımız toplumda gerekli bilincin oluşması için üzerimize düşeni aydın olma sorumluluğu içinde yapmalıyız. Çağdaş, uygar bir yaşam ancak; Geçmişi bilmek, kültürel mirası korumak, doğru bir kültür tarih sentezi yapabilmekle sağlanabilir.