Cüneyt Gökçe
28 Temmuz 2015
Dünya
gezegeninde beraber yaşayan ve aynı gök kubbeyi paylaşan insanlar olarak bazı
görevlerimizi beraber hatırlamaya ne dersiniz? Örneğin; Caddede, sokakta,
çarşı-pazarda ya da herhangi bir yerde karşılaştığımızda birbirimizle içten ve
samimi olarak selamlaşmamız ne durumda?
Gülen
bir yüze ve tatlı bir söze sahip miyiz?
Sıkıcı
olmamak kaydıyla birbirimizin hal-hatırını sorma alışkanlığımız nasıl, acaba?
Maddi-manevi
her türlü ihtiyaç ve sıkıntılarımızı ‘paylaşma’ durumumuzu gözden geçirdik mi?
Yani
böyle bir meziyetimiz var mı? Bir ihtiyacı olduğunda, koşumuzun bize
başvuracağından emin miyiz? İhtiyacını yerine getirme imkânımız yoksa bile bunu
güzel bir şekilde izah edebiliyor muyuz? En azından muhatabımızın bu konuda
tatmin olduğundan emin miyiz?
Çevremizdeki
insanların hiç kimseye zararı dokunmayan özel yaşantılarını gizlice araştırmak
veya bir takım kusur ve eksikliklerini açığa çıkarmak gibi bir hastalığımız var
mı?
Bu
tür davranışların yarardan çok zarar getirdiğini biliyor muyuz?
Yakın
çevremizde bulunan insanların hastalanması durumunda rahatsız edici olmamak ve
usulünce yapmak şartıyla onları ziyaret etme duyarlılığımız ne durumda? Peki
ya, onların cenazesine katılmak ve taziyetlerimizi sunmak aklımızdan geçiyor
mu?
Rahatsızlık
verici davranışlarımızın olup olmadığını, haddimizi aşıp aşmadığımızı kontrol
edebiliyor muyuz? Böyle bir kontrolü yaparken de kendimize karşı “objektif”
davranabiliyor muyuz?
Hiç:
“Komşu, bugün akşam yemeğinde beraber olalım” veya “buyurun, beraber kahvaltı
yapalım” teklifinde bulunduk mu? Ya da: “Yavrum, bu yöresel yemeğimizden
komşumuza götürüver” dediğimiz oldu mu?
Çeşitli
münasebetler veya bayramlar vesilesiyle birbirimizi ziyaret etme alışkanlığımız
ne durumda?
Ölçülü
ziyaretleşmelerin insanları kaynaştırdığını ve karşılıklı saygı ve sevgiyi
artırdığını biliyor muyuz?
Başkasına
saygılı davranmanın aslında bir bakıma kendimize saygı gösterme anlamına
geldiğini düşündük mü?
Etrafımızdaki
insanların işleri güzel gittiğinde içimizden ne tür bir ses yükseliyor? Sevinç
ve mutluluk mu duyuyoruz? Yoksa haset ateşi mi bizi kemiriyor?
Başarısıyla
sevinmemiz gerekirken, “tüh be, yine mi kazandı?” gibi bir kıskançlık feryadı
mı yükseliyor içimizden?
Etrafımızdaki
insanların başarısının bizim için de bir kazanç olduğunu; tüm toplumun bundan
istifade ettiğini neden unutuyoruz?
Etrafımızdakilerle
dargın kalma gibi bir hastalığımız var mı?
Peki
ya, arkalarında konuşmak, onları çekiştirmek, dedikodularını yapmak, onları
karalamak ve küçümsemek gibi bir marazımız var mı?
Çevremizdekiler
hakkında nasıl bir niyet besliyoruz?
Onlar
için “iyi şeyler” düşünüyor muyuz? Yoksa hep kötü zanda mı bulunuyoruz?
Sebebini bilmediğimiz bir olayla ilgili “acele yorum yapmak” gibi bir
handikabımız var mı?
Ev,
arsa ya da işyerimizi satma durumunda kalırken önce komşumuza teklif ediyor
muyuz? Yoksa ona haber vermeden başkasına satıyor ve bu konudaki önceliğin
komşumuza ait olması gerektiğini unutuyor muyuz?
İşyeri
ya da ev komşumuz evden ayrılırken gözü arkada kalıyor mu? Yoksa tam aksine,
çoluk-çocuğuna yardımcı olacağımızdan, onları yalnız ve desteksiz
bırakmayacağımızdan emin mi? İnsani görevlerimizi yerine getireceğimize dair
kuşkusu var mı yok mu?
Ne
dersiniz, bu küçük otokontrol sonucunda kendimize “geçer “not” verebildik mi?
Efendim,
bu ve benzeri noktalarda “sınıfta kalmamak” ümidiyle…