Bülent Okutan
8 Ocak 2007
şükriye son lokmayı ağzına atarken sönmüştü elektrikler. Uzanıp yerini hatırladığı bardağı el yordamı ile buldu. Doymamıştı ama yarım bardak suyu dikip kana kana içti. Her gün her gün çekilmezdi ki bu. Allah’tan perdeler açıktı da dışardan ayın ışığı sızıyordu cılız da olsa. Öffff Abdullah’da nerede kalmıştı ki? Öğlenden beri dört defa aramıştı. Akşam ille de Mercimek çorbası yap diye. Boş üç tabağı aldı, romatizmanın sızlattığı dizlerinin üstüne, elleri ile destek vererek doğruldu. Artık gören kördü nasıl olsa. Mutfağa girip Abdurrahman’ın geçen ay aldığı otomatik çakmaklı ocağı yaktı. Ha mum, ha ocak ne fark ederdi ki? Göz görsün yeterdi. Lavabonun içindeki kirli bardakları yana çekip sofradan getirdiği tabaklara yer açtı görmeyen göz yordamıyla… Aşağıda ki konfeksiyonun jeneratörü çalışmaya başlamıştı. Bir şangırtı jeneratörün sesini aşıp mutfağa kulaklarına yetişti. Ardından büyük kızı Kadriye’nin kulak tırmalayan çığlığı. -Anneeeeeeeee “Noldu kızımmmm” diye seslendi içeri doğru.. -Seyfi beni dinlemedi, otur dedim oturmadı. Sofranın içine girdi. Ayağı da mercimek çorbasının tenceresine. Yeter depreşme dedim öylece kaldı. Bir ayağı çorbanın içinde napiiiimm anneeee? şükriye karanlığa mı yansın, Abdullah’a hazırladığı çorbanın ziyan olduğuna mı ? Bir anda soğuk terler fışkırdı vucüdunun gözeneklerinden. Boyu devrilesiceler. Adama şimdi bu çorba içirilirmiydi? Ne yapacaktı? Yaktığı mumu bir çay tabağına, dibini eritip yapıştırdıktan sonra elini rüzgara siper edip içeri koştu. Seyfi sol ayağı mercimek çorbasının içinde öylece heykel gibi kalakalmış, salonun ortasında ki sofranın üstünde bekliyordu. Çoktan okkalı bir tokada hazırlamıştı kendini. Önce bir gazete aldı masanın üstünden şükriye. Sonra Seyfi’nin çorbanın suları damlayan ayağını çıkardı tencereden. Halıda mı batsındı? Tam çocuğun ayağını gazete kağıdına bastırırken elektirikler geliverdi. Ardından sokak kapısında dönen anahtarın sesi duyuldu. Abdullah’ta gelmişti işte. şükriye’nin yeniden bir çorba yapmaya ne vakti, ne takati vardı. Parmaklarını dudağına götürdü. Sofranın etrafında dizlerinin üstüne çökmüş, bekleyen çocuklarına döndü. Fısıltı ile karışık söylendi Bana bakın babanızın içeceği bir tabak çorba. Bundan ona bahsetmeyin. Bu akşamı da burnumuzdan getirmeyin. Ne Seyfi tencereye girdi, ne de elektrik söndü. Tamam mı? Yoksa babanız bunu hepimizin burnundan fitil fitil getirir valla ona göre Çocuklar sustu. O çorba öylece içildi. Ama o çorbayı kim öylece içti? Abdullah’mı biz mi , hala meçhul? Bildiğimiz bir şey varsa, bu şehir hala karanlıkta!…