Mehmet Göncü
24 Nisan 2008
şanlıurfa’da zaman zaman çöp bidonlarına bayatlamış veya artık olmuş diye atılan güzelim yiyecekleri gördükçe içim derinden sızlar ve aklıma kıtlık yıllarında yaşanmış bir çok acıklı olay gelir.
Bu olayların bir kısmını okumuş, bir kısmını da bizzat yaşayanlardan dinlemiştim.
şimdi size anlatacağım birinci hadiseyi konunun tanıklarından rahmetli teyzemin kocası Hacı Bahri Yıluzar’ın ağzından dinletelim:
“Birinci Dünya Savaşı yıllarıydı. 1915 yılının güz aylarına gelindiğinde doğu illerimizin büyük bir bölümü Çarlık Rusya ordularıyla birlikte hareket eden, terör yanlısı, Taşnak, Hıncak komite üyeleri olan Ermeni güçlerince işgal edilmişti. Düşman kuvvetleriyle birlikte yaşamak istemeyen sivil halk, bulundukları yerlerini terk ederek, Güneye doğru göç etmeye başladılar. Biz o tarihte Diyarbakır merkezde oturuyorduk. ılk günler şehir halkı olarak yiyeceğimizi gelen muhacir kardeşlerimizle birlikte paylaşıyorduk. Ancak, muhacirlerin sayısı arttıkça, mevcut stoklar tükendi, şehirde kıtlık başladı. Çocuklarını, yaşlılarını yollarda, yaşlı gözlerle terk edenlere çok rastladık. Aç ve hasta olanlar bir lokma yiyecek için ne risklere giriyorlardı anlatmaya dilim varmıyor. Aç kalmış bir muhacir kardeşimiz bir gün 6-7 gencin korumasında fırında pişen ekmeklerden birini şöyle kaçırdı: Bir an orta yaşlı bir adam hızla gelip, gençlerin arasına daldı ve ekmek leğeninden bir ekmek alıp kaçmaya başladı. Gençler şahsı kovalamaya başladılar. Ekmeği kaçıran adam hem koşuyor, hem de ekmeği parça parça koparıp ağzına atıyordu. Nihayet gençler kaçan şahsı çeşmenin yanında yakaladılar ve ekmeği almak için sıkıştırdılar. şahıs yere diz çöktü ekmeği kucağında saklamak için yere yarı vaziyette kapaklandı ve lokma lokma koparıp yemeye devam etti. Bu arada epeyi de dayak yedi, ama ekmeği de bitirdi. Cenabı Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin ve bir daha o günleri bu millete göstermesin.”
ıkinci olay ise bizzat şu an hayatta olan annemden dinlemiştim. Bu hadiseyi de annemin anlatımıyla kaleme alalım:
“Seferberlik yıllarıydı. Biz o tarihte Antep’te oturuyorduk. Babam zengin bir adamdı ve nakit parası vardı. Önceden tedbir aldığı için biz kıtlık yıllarının ızdırabını çok çekmedik. O günleri az zararla geçirdik. Bir gün babam eve yaşlı gözlerle geldi. Gördüklerini ev halkına anlatmaya başladı. Bugün biraz et almak için mezbahaneye gittim. Kesilen bir öküzün kanını fesinin içine dolduran bir muhacir tanıdığa rastladım. Kendisine sorduğumda fesine doldurduğu kanı pıhtılaştırıp yemek üzere çocuklarına götüreceğini söyledi. Kendisine ‘kanı yere dök, ben sana yemek üzere bir şeyler yollayacağım’ dedim. Ve festeki kanı yere döktüm.
Rahmetli babam yarım çuval kadar pestil ve kuru inciri anneme verdi ve tanıdığı adamın evine, bizim ailenin yetişkin gençleri muhafazasında yolladı.”
Evet sevgili Hizmet okuyucuları, bu ve buna benzer yüzlerce olayı anlatmak mümkündür. Allah’a şükür, zengin ve imkânı bol bir ülkede yaşıyoruz. Ve gerçekten gıda üretiminde de kimseye muhtaç durumda değiliz, ama çok boyutlu israf ve bazı yolsuzluk ve hortumlama olayları nedeniyle yoksulluk kapımızı zorluyor. Her şeye rağmen ben şahsen ümitliyim, yakın gelecekte bunun üstesinden geleceğimize inanıyorum.
Yeter ki her türlü israftan kaçınalım, bunda da bireylerle, ailelere, kurum ve kuruluşlara çok fazla iş düşüyor.
Asla unutmayalım ki; ısraf bir insanlık ayıbıdır.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla…