İbrahim Halil Okuyan
13 Mart 2007
Osmanlı Devletinin son zamanlarında 33 yıllık dirayetli ve ülke için yararlı bir saltanat dönemi yaşamasına rağmen; hain, zalim, Jurnalcileri koruyor, istabdadin temsilcisi olarak gösterilen ve vatan hainlerinin kararı ile tahtından indirilen Padişah II. Abdülhamit kendini Ülkenin hizmetine adamış samimi ve gerçek tarih şuuruna sahip bir devlet adamı idi. Açtığı yeni okullar arasında bulunan sultaniler (Lise) ve Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) için okutulmak üzere yeni tarih kitapları yazılmasını ister. Günün yazarları bunları hazırlayarak Padişaha sunarlar. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra Sultan Abdülhamit Mabeyn Başkâtibi ızzet Paşa’yı çağırır, yazılanları ona teslim eder. Bundan sonrasını ızzet Paşa’nın hatıratından nakl’edelim: “Padişah eser müsveddelerini bana verdi. Hepsini teker teker okumuş olduğunu üzerlerindeki tashihlerden anladım. Bana gülerek dedi ki; Paşa hepsini okudum. Tarihimizde sevaplar da var, günahlar da.. Oysa eser sahibi beyefendiler, galiba bana hoş görünmek için tarihi tahrif etmişler. Belki de beni ebedi sanmak gafletine düştükler için ceddimin hatalarından bahs’etmemişler. Buyurunuz müsveddeleri, yeniden yazılsın. Tarih benim de, milletimin de, Devlet-i Âl-i Osman’ın da namusudur. Hakikatler tahrif değil sebepleri ile, neticeleri ile izah şarttır. Yarının nesillerine yalan söyletmek bana hak değildir.” Evet, Mabeyn Başkâtibi ızzet Paşa’nın söyleceyekleri burada bitiyor. Ama yalnız Türkiye’nin değil, bütün dünya devletlerinin tarih yazanları konuşmağa, yazmağa devam ediyorlar. Resmi tarihler, özel tarihler.. Biribirine tekzip eden veya teyid eden tarihler hakikatleri açıklama yerine bazan kafa karıştırma görevini üstlenmişcesine yazıyorlar, yazıyorlar. Bunlar önünde sonunda nehirlerin akışı gibi bir deltadan denize varıyor ve sâkinleşiyorlar. O zaman bütün hakikatler olduğu gibi gün yüzüne çıkıyor. Geç oluyor, tez oluyor ama gerçek tarih yanılmıyor. Yeterince sabr’edilebilirse bu neticeye varılıyor. şimdi Ülkemizin başında bir “Ermeni Soykırımı” belâsı, iftirası var. Halbuki Birinci Dünya Savaşı şartları içerisinde o zamanki idareciler, Osmanlıdaki Ermeni tebaanın hiyanetine rağmen, işgalcilerle birlikte hareket edip silâhla müfrezeler oluşturmalarına rağmen onları kayırmışlar, savaş hengamesinde mağdur olmamaları için emin yerlere göç etmelerini sağlamışlar. Ama bu iyi niyetin adı bugün “Soykırım”… Kendileri gibi düşmanlarımızla birleşip günün şartları içerisinde ne türlü ceza varsa bize vermeğe çalışıyorlar. Uzlaşmağa, hakikati bulmağa, yanaşmıyorlar. Çünkü, hakîkat anlaşılınca elde bir sermayeleri, söyleyecek sözleri kalmayacak. Zaten en korktukları şey de budur. Bütün dünyada tarih yazanlar, tarihi yapanlara sadık kalıp gerçekleri yazabilseler, dünyanın hiçbir yerinde münazaalı bir durum kalmaz. Sürtüşmeler kendiliğinden kayb’olup gider.