İbrahim Halil Okuyan
5 Haziran 2006
Son yıllardaki “Bütçe Müzakereleri”nde; “Milli Eğitime ayrılan ödeneğin, Milli Savunmaya ayrılandan daha fazla olduğu” ile övünüyoruz. Biz bunda pek övünülecek bir durum göremiyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu’da aynı zamanda bir “Riskler Ülkesi” olduğunu düşünürsek elbette istiklâlimiz ve Yurdumuzun korunması çok önemli. ıstiklâl mi? ıstikbal mi? derseniz Öncelik belli. Birini atıp öbürünü tutmamız mümkün değil. En iyisi iki Bakanlık kapsamı da korunmalı, geliştirilmeli, iyileştirilmeli. Önemlerine binaen birlikte değerlendirilmeli ve ödenekleri eşit paylaştırılmalı deriz. Yılların, eğitimdeki tahribatı olmasaydı bugün bu konuda elbette bulunduğumuz çizgiden daha ilerilerde olacağımız kesindi. Ama neylersiniz ki, bugün bu konuda çocuklarımıza daha çok imkânlar vermeğe mecbur olduğumuz inkâr edilmez bir gerçek… Dünyadaki yerimiz umutlu ama pek de mutlu değil.. Türkiye’de eğitim için harcanan miktar milli gelirin yüzde 2,2 si. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde bu rakam yüzde 10,9 ile 14,3 arasında değişiyor. – Türkiye’de 0-18 yaş arasında 28 milyon insan var. Her yıl bir milyon 360 bin bebek dünyaya geliyor. Kimsesiz çocuk sayısı 700 bin. 20 bin çocuk sokaklarda yaşıyor ve her türlü olumsuzluğa açık. – ıstismarların yüzde 91’i psikolojik, yüzde 63 ü fiziki, yüzde 38 i cinsel, yüzde 9 u ihmal kaynaklı. 9,5 milyon çocuk yoksullukla cebelleşiyor. – Her 100 kız çocuğundan 29 u okula gidemiyor. Her 100 çocuktan 21 i okuma yazma bilmiyor. – Engelli çocuk oranı ise yüzde 9 u buluyor. Bu kadar istatistiği sıralamaktaki amacımız, sizleri yormak değil, sıkıntı tablosunu mümkün olduğu kadar netleştirmek. Çaresi de elbetteki Bütçenin bir dalını zayıflatıp ötekini kuvvetlendirmekle olmaz. Genel bir tasarruf anlayışı ile hareket edilerek, önceliklerin tesbiti ile çalışmak olmalıdır. Ortaya çıkan tablo elbette geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimine çok önem vermemiz gerektiğini gösteriyor. Gerek okul öncesi eğitimde, gerek ilk ve orta öğretimde, gerekse yüksek öğretimde yapacağımız çok işler var. Bunların teşhis ve tesbiti ile çözümleri çok zaman alacak, her dalda bir “Eğitim Seferberliği”ni gerektirecek niteliktedir. Yüksek performanslı bir çalışma ve kurumların biribirilerine karşı sorumluluk içinde destek olmaları ile çözülemiyecek bir problemin varlığına inanmıyoruz. El ele, gönül gönüle beraber olduktan sonra Milli Eğitimde de, diğer alanlarda da başaramıyacağımız bir mesele kalmaz. Bugün öncelik Milli Eğitimde ise niçin “akyuvarlar gibi” bu yaranın etrafını sarmayalım…