Nejat Karagöz
15 Mart 2019
Vaktin birinde bir doktorumuz vardı. Baştabibi bulunduğu hastaneyi Türkiye standartlarının üzerine çıkarmış, meslek camiasının, yaşadığı, hizmet ettiği şehrin insanlarının takdirini ve sevgisini kazanmış ama bu arada siyaset kurumunun da ilgisini çekmeyi başarmıştı.
Henüz dumanı tüten popülaritesinin cıvıltısından faydalanmayı hesap eden siyaset, bu arkadaşı şehrin belediye başkanı yapıverdi…
Aşkla, şevkle, özveriyle, çalmadan, çırpmadan en bilineni de “Yemeden, yedirmeden” görevini başarıyla tamamlamıştı ama patronun, gelip çatan yeni bir seçimde, etinden, sütünden partisi lehine faydalandığı ve pırıltısı henüz devam eden bu siyasetçinin yerine, daha kolay birini aday göstermek istemesi üzerine bayrak açıp, bağımsız olarak girdiği seçimi tekrar kazandı. Bunun üzerine Ankara’dan “Ceketimi koysam seçtiririm” hayallerinin enkazı bir ceketle örtüldü, gitti…
Daha sonra (Vekillik vaat edilerek) adaylığı engellenen bu zat, “İtildim…” dediği trene yeniden bindirildi ve ikbal günleri tekrar başlamış oldu.
Şimdi, AKP’de milletvekilliği de yapmış, ama her nasılsa o trenden inmiş, geçmişi temiz, siyasette Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi güzergahını takip ederek gelmiş bir aday var karşımızda!
“Bir daha bu trene binemezsiiiinnn…” diye parmak sallamalar arasında, devam eden seçim çalışmaları için sokakları, çarşıları, ekranları dolaşan bu arkadaşın, en azından yakın bir gelecekte o trene binme olasılığının bulunmadığını not edelim ve geçelim.
Bu arkadaşımızın karşısında; vaktiyle tren gazisi siyasetçiye iltifat etmeyen cenahtan, mensubu bulundukları partinin görüşlerini ve yıllarca savunuculuğunu yaptıkları siyaset modelini ret ve inkâr ederek AKP’ye demir atmış bir siyaset esnafı var.
Sessizce, ağızları bozmadan, beyinleri, ruhları kirletmeden, rakiplerine bel altından vurmadan, seviyeli, ahlaklı bir yarış sürdürülüyor Urfa’da… Umarız seçimler de bu havada geçer ve çok alışık olduğumuz o çuvalla oy, trafo-kedi metaforları yaşanmadan, sandıklara hırsız sokulmadan geçer gider de ülke sathında “Boğazı kesilmiş ama henüz canı çıkmamış olan” bir demokrasinin hükümleri, en azından Urfa’da tecelli eder.
Son zamanlarda “Varlar Kuyruklarında “çile dolduran, ömür tüketen 75’lik dedelerin: “Efendi, bu ülkede daha dün tüp kuyrukları vardı, sen ona bak… “diye çemkirdiğini görmek, bu kadarcık demokrasiyi umut etmeyi de muhal kılıyor aslında. Zira “Daha dün” diye 45 sene önceki Türkiye’den; savaşmakta olan, bütün ithalat ve ihracat kanalları tıkanmış bir ülkeden söz ediyor…
O da haklı tabii. Çünkü Savaş yıllarında ekmeğin karne ile verilişini, tam anlamıyla bir sosyal devlet icraatı olarak değil de kirli, çirkef bir anti-propaganda malzemesi olarak görenlerin kucağında oturan birisi, başka nasıl düşünsün? Nitekim şu 21. Yüzyılda, milli gelirin on bin Dolarlarda olduğu yalanının her gün ekranlardan basıldığı bu zamanda bile, şu domates patlıcan kuyruklarına sosyal devlet icraatı diyebiliyor… Evet, çöken sistem, sosyalleşiyor (!)
Sonuç olarak; çok az bir zaman kalmış bulunan bu seçimlerin rahat ve selamet geçip gitmesini, demokrasinin ve artık giderek kaybolan vicdanın ve ahlakın kazanmasını dilemekten başka elimizden gelen bir şey yok…