İbrahim Halil Okuyan
16 Mart 2007
Amerika kıtası 1492 yılında keşf’edildikten sonra Avrupa’dan büyük çoğunluğu macera perest olan insanlar gemilerle akın akın oraya gitmeğe başladılar. Bunlar aynı zamanda kanundan, nizamdan pek nasibini almamış, zengin olma hevesiyle buraya gelmiş insanlardı.
Emellerinin tahakkuku için herşeyi yapabilecek tiynetteydiler. ılk işleri Amerikanın Kızılderili yerlileriyle uğraşıp onların ellerinden topraklarını almak oldu. Kızılderili yerlilerini kültürleri, mitolojileri, gelenek ve görenekleri hiçe sayılıyor, silâh zoruyla da mallarına, topraklarına sahip olunuyor, bu uğurda çok sayıda insan canını da kayb’ediyordu.
Günümüzde de her alanda kendini gösteren Amerikan zorbalığı o devirde “Vahşi” olarak görülen Kızılderililere karşı katıksız bir hakimiyet durumuna gelmişti.
Bazan alevlenen, bazan durulan bu çekişmeli yıllar asırlarca devam etti. 1855 yılında zamanın ABD Başkanı Franklin Pierce, Kızılderili Kabile Reislerinden Seattle’ye topraklarını satın-almak istediğine dair bir mektup yazar. Kendini onların görüşü ile ”Vahşi” olarak tanıtan Seattle’nin verdiği cevap nedeni(!) ABD Başkanına önemli bir ders olarak niteliktedir.
Bugün de silâhları, eksilmeyen savaş ve silâh barbarlığı atmosferi etkileyen, ozon tabakasını delen ve bu deliği genişleten gazlara olan teveccühü ve küresel ısınmaya aldırmazlığı ve dünyanın felâketine zemin hazırlayışı ile ABD en büyük vahşetin içindedir. 1855 de o günkü ABD Başkanına yazılan mektup bir mânâ ifade etse ders alınsaydı, bugün Bush’un yaptığı vahşetler yaşanmaz ve dünya bu hale gelmezdi.
Seattle’nin mektubundan bir bölümü ibret alınması dileği ile aşağıda arz’ediyorum:
“Washinton’daki Büyük Reis, topraklarımızı satın almak istediğini bildirdi. Teklifinizi düşüneceğiz. Çünkü satmazsak beyaz adamın belki de silahla gelip toprağımızı alacağını biliyoruz. Ancak, gökyüzü nasıl alınır, ayda satılır? Ya toprağın sıcaklığı? Bunu biz düşünemeyiz bile. Havanın tazeliğine, suyun pırıltısına biz sahip değiliz ki, siz satın alasınız.
Toprağın her parçası bizim için kutsaldır. Parıldayan her bir çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanlardaki sis, ağaçsız köşe, vızıldayan böcek. Ağacın içinde yükselen özsu bizim hatıralarımızı taşır içinde.
Biz toprağın bir parçasıyız ve o da bizim bir parçamızdır. Kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimiz.. Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, midillinin ve insanın vücut hareketi, hep aynı aileye aittir.
Bilemiyorum, hayatımız sizinkinden öyle farklı ki.. Sizin şehirlerinizin manzarası, Kızılderili’nin gözünü acıtıyor. Belki de biz vahşiyiz, ondan anlamıyoruz. Beyazların şehirlerinde sessizlik yok. Baharda hışırdayan yaprakları ve vızıldayan böcekleri dinleyecek hiçbir yer yok oralarda. Oralardaki gürültü sanki kulaklarımıza hareket ediyor. Meleyen keçi yavrularının sesini ya da geceleyin göl kenarında bağıran kurbağaları duyamadıktan sonra yaşamın nesi var ki? Ben bir Kızılderili’yim, bunu anlamıyorum. Kızılderili, bir gölün üstünde rüzgarın şarkı söylemesini sever, öğle yağmurları ile yıkanan o rüzgarın kokusunu da.. Hele çamların o sert kokusu.. Hava Kızılderili için çok değerlidir. Çünkü her şey onu soluyor; hayvan, insan, ağaç her şey.. Beyaz adam solduğu havanın farkında değil sanki- günlerdir etrafında dolaşan pis kokuyu hissetmeyen bir ceset gibi size toprağımızı sattığımızda, rüzgarın, rüzgarın, çayır çiçeklerinin hoş kokusunu taşıyan çok özel ve kutsal değerlerini bilmelisiniz.
Toprak anamızdır. ınsan toprağa tükürse, kendi suratına tükürmüş olur. Toprak insana ait değil; bunu iyi biliyoruz. Kan nasıl aileyi birleştirirse, herşey yeryüzünde birbirine öylesine bağlıdır. Hayatın dokusunu insan yaratmadı. O, dokunun içinde yalnızca bir iplikçiktir. Siz o dokuya ne yaparsanız, aynısını kendinize yapış olursunuz.
Biz vahşiyiz. şimdilik güçlü olan beyaz adam, kendisini ilah sanıyor, toprağın kendisine ait olduğunu düşünüyor. (Bundan sonra) bir kenarda barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önemli değil. Zaten çok günümüz de kalmadı. Birkaç saat içinde bir kaç kış.. Bir zamanlar bu topraklarda yaşamış olan büyük kabileden hiçbir çocuk doğmayacak. Bir zamanlar sizin gibi ümit dolu olup da ormanda küçük gruplar halinde dolaşan o insanlardan, halkının mezarında ağlamak için kimse kalmayacak.”