Konuk Yazar
10 Temmuz 2018
Uzm.Dr.Hülya Turgut
“Her insan doğası gereği bilmeyi ister” demiştir Aristo. Bu da esasen bilme isteğinin varoluşsal bir dürtü olduğunun göstergesidir. Ve her insanda bu dürtünün şiddeti farklıdır. Neleri bilebileceğimizi büyük oranda içinde bulunduğumuz kültür, aile yapısı ve eğitim sistemi belirler. Bizim kültürümüz “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” atasözünü temel almış olmasına rağmen ne kadar uygulamaya geçirebildiğimiz muallak.
Ne yazık ki cehaletin artık neredeyse bir akımı oluştu. Bir sürü kitap okumuş olabiliriz. Ama önemli olan kitapların sayısından ziyade hangi kitapları okuduğumuzdur.
Günümüzde çok sayıda kitap, internette milyonlarca bilgi var ve hangisinin doğru ve faydalı bilgiyi içerdiği şüpheli.
Bu nedenle bilgili cehalet de artık ayrı bir uzmanlık alanı.
Günümüzün sorunu bu nedenle bilgiye ulaşamamak değil, doğru bilgiye ulaşamamak.
Gerçekten bir şeyler öğrenmeyi çoğunlukla kimse göze alamıyor çünkü öğrenmek acı verici bir süreçtir. Kişi yeni bir şey öğrendiğinde beyninde ekstra nöronlar çalışır. Yeni bir bilgi öğrenen kişi eski bilgiyi bırakmak zorunda kalabilir. Bu bazen alışkanlıkları bırakmayı da gerektirebilir. Bu çoğumuz için zordur. Hal böyle olunca ironik bir şekilde cehalet de artış gösteriyor. Ve sistem de bundan faydalanır hale geliyor.
Çünkü haz ve mutluluk sağlayan yalanlar vermek doğru bilgiyi vermekten daha karlı.
Gerçek bütün bıçaklardan daha çok acıtır…Çünkü eski alışkanlıklarını bırakmak, konfor alanından ayrılmak kişiye zor gelmektedir.
Bir insan bilmeyebilir. Ancak bilmediği şeyi öğrendiği halde hala cehalette ısrar ediyorsa büyük hata yapıyor demektir. Oysa ki; Sokrates’in de dediği gibi erdemlerinin büyük kısmı cehaletlerinin farkında olmalarında yatar.
Kendi sınırlarını bilmeyen ya da inkâr eden insanların gözü mecazi anlamda kör olmuştur, kendi bildiklerinden başkasını kabul etmezler ve bu nedenle onlarla iletişim kurmak çok zordur. Onlar uzanabileceği bir bakış açısının dışındaki her şey onlar için bir tartışma nedenidir.
Cahil de olsak, akıllı da olsak, sahip olduklarımızla varlığımızı savunmaya iten kısım, düşünen beyin değil, duygusal beyindir. Nasıl ki bizler kendi bilgimizin yeterliliğine göre kendimizi savunuyorsak, cahil diye düşündüğümüz kişinin beyninde de aynı mekanizma çalışır. Yani bunun karar kılıcısı duygusal beyindir.
Buna göre, cahilin bilindik davranışının nedeni, bilinçli değil tam aksine, edindiği bilgilerin doğruluğuna inanan, duygusal beynin dayatması sonucundaki mecburi davranışıdır.
Beynin evrimsel yapısı farklı davranmaya müsaade etmez. Ve bu nedenle, cahil olarak isimlendirilen kişide bilgiyi değiştirmek demek, var olan nöronal ağlar için tehdit demektir, bunun için de var olan bilgisiyle şu veya bu şekilde bilgisinde değişiklik yapmayacak ve kendisini savunacaktır.
“Akıllar pazara çıkarılmış, herkes yine kendi aklını satın almış” ifadesi ile, cahil de olsak eğitimli de olsak sahip olduğumuz bilgileri nasıl savunduğumuzu ve kişilik yapımızı korumak istediğimizi ortaya koyar.
Cahilliğin türlü sebepleri olmakla birlikte, günümüzdeki cahillik bencillikle ortaya çıkan cahilliktir.
Bencil kişi araştırmaz.
Mevcut bilgisini muhafaza etmeye çalışır.
Kendi bilgisini değerli sanır.
Sadece kendini düşünen, kendi fikirlerine sahip çıkmaya çalışan insanlara cahil denir.
Cahil diye adlandırılan insanların genel bir özelliği ise geçmişte yaşamaları ve tüm kanıtlara rağmen yeni ortaya çıkmış olan gerçekleri şiddetle yok saymalarıdır.
“Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz.” Bertrand Russell