Nejat Karagöz
30 Mart 2018
Kapitalizmin mutlak surette ekonomi biliminden ve bu bilimin siyasal, sosyal, konjonktürel arka planından beslenen bir materyalist felsefi görüşü içerdiğini biliyoruz.
‘Üçüncü Dünya’nın ekonomik, askeri ve siyasal bağımsızlıklarının büyük tehlikeler altında bulunduğu günümüzde, dünyayı tek elden yönetme, tek hâkim olma hevesinde ve kararında olan kapitalizmin en büyük hedefi bu ülkelerin gıda bağımsızlığıdır.
Ülkelerin gıda politikalarını planlamayı ve yönlendirmeyi başarabilmiş güçler, orta ve alt gelir grubu halkların ne yiyeceğine ve nasıl besleneceğine karar verme yetkisini de ele geçirmiş demektir. Asıl savaş da bundan sonra başlıyor; genetiği ile oynanmış tarımsal ürünler, kimyasal katkılı hazır gıda ve bunların hazırlanmasında kullanılan kanserojen madde ve malzemelerin üretimini kontrol ederken pazarını da geçirmek suretiyle bu gıda savaşlarını sinsice ve acımasızca yürüyorlar.
Bu pazarın sürekliliği ve kontrolü için ise gerekli olan tek şey bir kısım ülkelerin gıda ve tarım politikalarını yönetip yönlendirmektir doğal olarak…
Bunu daha iyi anlamak ve daha yakından görmek için söz gelimi ülkemizde yetişen ve dünyadaki en iyi örnekleri teşkil eden tarımsal ürünlerimizin, son 35-40 senede yaşadıkları serencama bakmamız gerekir.
Üzüm, İncir, Tütün, Fındık, Zeytin, Buğday, Pamuk, Şeker Pancarı… Liste uzun ama hemen bütün bu nadide ürünlerin kaderi aynıdır.
Birçok Avrupa ülkesinin yüzölçümünden büyük, milyonlarca dönüm ekilebilir arazisi bulunan, dört mevsimi bir arada yaşayan bu bereketli toprakların içerisine düşürüldüğü durumla bakar mısınız?
On binlerce ton GDO’lu tohumu ithal edip karşılığında milli serveti ödeyen bu ülkenin hayvanlarına yedirecek samanının dahi kalmayışı rastgele bir olay değildir.
İnsanlığın binlerce yıllık temel besin kaynağı olan buğdayın bugün kötü beslenme ve buna bağlı hastalıkların müsebbipleri/ suçluları arasında gösterilmesinin temel nedeni sizce ne olabilir?
Halkı, Şeker Fabrikalarını elden çıkarıp, nişasta bazlı şekere mahkûm ve mecbur etmek aklın kavrayacağı bir ihanet değildir.
Artık para etmiyor diye üzüm üretiminden vazgeçilmesi, bağ köklerinin sökülüp, pek çok tarım arazisinin imara açılarak doğada geri dönülmez tahribatlar yaratılmasının katliamdan farkı yoktur.
Ette, ekmekte, meyve ve sebzede, süt ve süt ürünlerinde kısacası aklınıza gelebilecek neredeyse bütün besin maddelerinin bu şekilde hileyle heba edilişini, dünyayı tek elden idare eden gıda teröristlerinin ellerine teslim edip sonra da oturup olan biteni seyretmenin, halkı soykırımdan geçirmiş olmaktan hemen hiçbir farkı yoktur. Toplumları yavaş yavaş ama kesin olarak öldürmenin biricik yolu onları zehirlemektir; yapılan da yalnızca ve sadece budur!
Öte taraftan halkın da bu yanlış imar ve tarım politikalarına kanıp, elindeki tarım arazilerine apartmanlar kondurmak suretiyle bu süreci hızlandırmaları düpedüz bu suça ortak olmaktır.
Apartmanların yenmediğini anladığımızda ise çok geç olacaktır…