Konuk Yazar
7 Kasım 2017
Hülya Turgut
Erich From’a göre; bir toplumun üyelerinin kafa yapılarında aldatıcı olan şeyin, benimsedikleri görüşlerin herkesçe kabul edilen görüşler olduğunu zannetmektir . Büyük bir saflıkla insanlar, çoğunluğun belli bazı fikirleri ya da duyguları paylaşmasının o fikir ve duyguların doğruluğunu kanıtladığına inanırlar. Hiçbir şey bundan daha yanlış olamaz. Bir şeyin herkesçe geçerli sayılmasının, kendi başına akılla ya da ruh sağlığıyla hiçbir ilişkisi yoktur. “Folie deux” (iki kişilik çılgınlık) nasıl rastlanan bir şeyse “folie a millions” (kitlesel çılgınlık) da görülebilir. Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması, o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışı paylaşması, o yanlışları doğru yapmaz; milyonlarca insanın aynı akıl hastalıklarını paylaşması da, o insanları akılca sağlıklı duruma getirmez.
Toplumun dokusuna işleyen sakatlık sorununu, Spinoza çok iyi dile getirmiştir Şöyle der Spinoza; İnsanların çoğu büyük bir tutarlılıkla, bir tek ve aynı duyguya yakalanır hep. Kişinin bütün duyguları bir tek nesneyle öylesine doludur ki, aslında yokken bile kişi, o nesnenin var olduğuna inanır. Bu, uyanıkken olursa o insana deli denir. Oysa açgözlü insan para ya da ele geçirmek istediklerinden başka bir şeyi, hırslı insan da ünden başka bir şeyi görmezse, böyle insanları deli olarak değil, yalnızca rahatsız edici insanlar olarak görürüz; genellikle de nefret ederiz böyle tiplerden. Oysa gerçekte biz çoğu zaman ‘hastalık’ gözüyle bakmasak da, açgözlülük, hırslılık vs. hep birer delilik türüdür.
Bu sözler yüzlerce yıl önce yazılmış olmasına rağmen bugün için de doğrudur . Ancak sakatlıklar toplumun dokusuna o ölçüde işlemiştir ki, rahatsız edici ya da nefret uyandıran şeyler olarak görülmemekle birlikte son derece normalmiş gibi görülmektedir. Günümüzde hipnoz olmuş robot gibi davranan ve algıları robotlaşmış insanlara rastlıyoruz. Ve bu kişiler kendilerini, gerçekte olduğu gibi değil, olmaları gerektiği gibi algılıyorlar ne yazık ki. İçten kahkahalarının yerini yapay bir gülümseme almış, gerçekten duyulan acılar yerine taşlaşmış bir umursamazlık içindeler. Bu insan, iyileştirilmesi oldukça zor görünen bir kendiliğini ve bireyselliğini yitirme sakatlığı içindedir. Aynı zamanda bu insanın, kendisine benzeyen milyonlarca insandan pek farklı olmadığı da söylenebilir. İçinde bulunulan sosyokültürel faktörler de, bu insanların çoğuna hasta olmaksızın bir sakatlıkla yaşayabilecekleri bir ortam sağlamaktadır. Bir bakıma her kültür, yarattığı sakatlığın yol açtığı hastalığın belirtilerinin açığa çıkmasını önleyen çareleri de gene kendi eliyle hazırlamaktadır.
Sözün özü; Hakikatin, iyinin ve doğrunun ayan beyan ortada olmasına rağmen -mış gibi yapanların, mağdur edip kendi mağdur olmuşçasına feryat figan edenlerin eninde sonunda kaybetmesi kaçınılmazdır. Her ne kadar algılar gerçeğe kapatılsa da, yanlış ve kötü doğru olarak kabul görse de bunun gerçek dünyada zerre kadar önemi olmayacaktır. Kulaklarımız duymuyorsa duymuyoruzdur, gözlerimiz görmüyorsa görmüyoruzdur ve kral çıplaksa da çıplaktır. Hakikate, iyiliğe, dürüstlüğe, liyakata ve doğruluğa algılarımızı sonuna dek kapatsak da, mış gibi yapsak da bu mevcut durumu asla etkilemez. Doğru her zaman olduğu gibi doğrudur, yanlış da yanlış. Sana dünyayı kurtardığın zannettirilirken ve sen ortalarda süper kahraman gibi pelerininle gezerken; yaptığın tek şey aslında görüp duyduğun hakikati inkar etmektir. Yani kendini inkar etmektir.
Bu yalan algı dünyasının kaçınılmaz finaliyle elinde sadece biriktirdiği kocaman yalanların kalmasını istemeyenlerin yanlış algıları hakikat zannetmekten bir an önce vazgeçmeleri gerekmektedir. Bunun tek yolu da vicdani duygularımızı geliştirmek ve insanları sevmekten geçmektedir.