Ömer Ayaydın
12 Temmuz 2016
Kendini zeka
olarak diğer insanlardan üstün gören bir anlayışla “Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu bir mi?” diyen bir mankene
memleket olarak karşı çıkmış ve demokrasi anlayışına ters düşen bu zihniyeti
reddetmiştik. Tabi ki çoban da olsa bir hüviyeti varsa oylarımız da diğer
haklarımız da devletçiliğin eşitlik ilkesi gereği bir olmalıdır. Ancak son
günlerde yaşanan ve tüm ülkeyi ilgilendiren bir girişim nedeniyle vatandaşlık,
iltica, göç ve mültecilik terimleri yeniden sorgulanmaya başlandı.
“İç Savaş” nedeniyle ülkelerinden
kaçan Suriyelilerin sığındığı ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Mecburi
göç de sayılabilecek olan bu sebeple herhangi bir ülkeye sığınılması durumunda
onları ülkelerinde barındırmak, bir birleşmiş milletler kararı olmasının
yanında aynı zamanda bir insanlık görevidir. Dünya genelindeki resmi sığınmacı
sayılarına göre ülkemiz bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir.
Gelen Suriyelilere misafir olarak bakmamızı ve yeri geldiğinde otobüslere
doldurulup gönderileceğini devlet yetkilileri bize mitinglerde taahhüt etmiş
olmasına rağmen geri gitmeyecekleri en başından tahmin ediliyordu. Kendimizi
onların yerine koyup olaya insani gözle bakarak millet olarak bu durumu olgunlukla
karşıladık ve gereğini yerine getirerek kapılarımızı açtık. Öyle bir açtık ki
ülkenin namusu sayılan sınırlar onlar için ortadan kalktı ve ayırt etmeden
hepsini kabul ettik. Ülkeye girişler kontrolsüz bir şekilde başlamasına rağmen sonradan
bir arada tutulabilen sığınmacıları sayıp geçici kartlar verilerek kontrol
altına almaya çalışılmıştır. Ancak bunun yeterli olmadığını ve sınır hattında
kontrolsüz geçişler olduğunu herkes biliyor. Zira hiç kaydı olmadan aramızda
dolaşan Suriyeliler olduğu gerçeğini kimse yalanlayamaz. Henüz mülteci bile sayılmayan
“geçici sığınmacılar” dan oluştuğu bu
zorunlu göç dalgası ülkemizde yeni çalkantılar oluştursa da gündeme yeni
yerleşen VATANDAŞLIK verilmesi söylemi bu çalkantıları ülkenin bundan sonraki
kaderine etki edecek sonuçlar doğuracağı öz vatandaşlarımızı tedirgin etmeye
başlamıştır.
Ülkede, kendi iç dinamiğinde
plansız da olsa göç akımları yaşanmasını normal karşılanabilir; ancak dışarıdan
alınan göçler bu denli düzensiz ve plansız yapılması vatandaşlarımızda toplum
kurallarının tehlikeye atılması kaygısı yaratmaktadır. Bazı münferit illegal olaylar
yaşandığında vatandaşlarımız “dağdan
gelip bağdakini kovmak” gibi algılıyor ancak; bu kaygı ortak hakların
bölünmesi anlamına gelen vatandaşlık vermek bazı vatandaşlarımızca olumlu
karşılansa da bazı insanlar kesin olarak reddetmektedir. Bu durumda yönetim
organlarınca alınan kararlardan ziyade halka sorulması ve bu konuda referandum
yapılması gerekmez mi?
Şimdi tartışmaya açılan
VATANDAŞLIK hakkı konusu için milletin kafası karışık gibi görülse de aslında
kafası karışık olanlar istemediği halde vatandaşlık verilmesini savunanlardır. Savunanların yanında politik oyunlar arayan bir kitle de bulunmaktadır. Çünkü muhtemel
bir kimlik verilmesi durumunda yaklaşık 1,5 milyon oy üretilmiş olacak ve
şimdiye kadar birçok imtiyaz sağlanan Suriyelilerde bir siyasi bağlılık
oluşması sebebiyle hangi yönde oy kullanacakları aşikârdır. Vatandaşlık
verilmesini savunanlar ise bağlı oldukları siyasi görüş onlara, “Lider ne derse
desin kabul edilecek” duygusu aşılamış ve gerçekten liderin dediği yanlış da
olsa savunmak zorunda kalmaktadırlar. Başka bir deyişle insanlar olumlu ve olumsuz
olarak bir görüş sahibidirler bu yüzden referandum yapılması şaibeleri ve kötü
niyetli görünümü ortadan kaldıracaktır. Yani
bu olaya milliyetçi ya da partizanca bakmak bizi yanlış yönlendireceği için olası
Başkanlık sistemi referandumunda Suriyelilerin oylarının belirleyici olacağı
gerçeğini görmezden gelmek çok iyi niyetli bir yaklaşım olur. Olayı iltica
başvurusu olarak değerlendiren bazı çevrelere 5-10 binlik bir katılımdan çok,
tüm ülkenin kaderine etki edecek olan yaklaşık 4 Milyon yeni vatandaş
ekleneceğini hatırlatmak isterim.
31 Mart itibarıyla Türkiye’deki
Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyon 749 bin 140 olarak açıklanmıştır. Sığınmacılar
Türkiye’nin her yerine dağılmış durumda olsa da popülasyona
oranla homojen bir şekilde dağıtılmış gibi görünmüyor. Çünkü o kadar özgür
bırakılmışlardır ki istedikleri kente gidip yaşayabilme özgürlükleri
bulunmaktadır. Buna göre;
Suriyelilerin en çok olduğu
kentler:
1. Şanlıurfa : 401 bin 68 kişi
2. İstanbul : 394
bin 556 kişi
3. Hatay : 386 bin 77 kişi
4. Gaziantep: 325 bin 140 kişi
5. Adana :
150 bin 108 kişi
Yukarıdaki tabloya göre en çok Suriyeli
Şanlıurfa’da yaşıyor realitesinin yanında aşağıdaki tabloda en az bulunan
illerde ondalık sayılarda Suriyeli yaşaması bu sayıların sadece kayıtlara geçen
resmi sayılar olduğunu gösteriyor. Yani gidip Bartın’daki Suriyelileri saysak
27’nin çok üstünde bir sonuç çıkacağı kesindir.
Suriyelilerin
en az olduğu kentler
1.
Bartın : 27 kişi
2. Bayburt : 30 kişi
3. Artvin : 38 kişi
4. Ardahan : 61 kişi
5. Sinop : 63 kişi
Çanakkale
Şehitliğinden buldukları 6 tane Suriyeli şehit ismi ile olayı insani boyuta
çekme girişimi ne kadar riyakâr bir davranış ise vatandaşlık verilmesinin
sonucunda Suriyeli muhteşem beyinleri Avrupa’ya kaptırmayıp kendimize ayırma
düşüncesi o kadar “Don Kişotluk” olur.
Sonuç
olarak; Vatandaşlığa kademeli bir geçiş yaptırmayı düşünenler, senin oy’un ile
Suriyelinin oy’unu aynı görmenin pire için yorgan yakmak anlamına geldiğini
biliyorlar. Ama biz henüz bilmiyoruz.
Not:
Türk dil kurumundan alınan bazı kelimelerin anlamlarını incelemenizi rica
ediyorum.
Mülteci
(Sığınmacı) : Yabancı bir ülkede iltica etmeden önce belirli bir süre kalan
kimse
Vatandaş
: Bir ülke olan politik kurumların bir parçası olmak demektir.
Uyrukluk
: Bir kişi ile bir devlet arasındaki hukuki bağ.
Yazar:
Ömer AYAYDIN – twitter.com/omerayaydin
(Temmuz
2016)