Konuk Yazar
20 Nisan 2016
Çocuklarımızı
özenle yetiştirdik. Hem de yeni bir eğitim anlayışı ile… Onları eleştirmemeye
özen gösterdik. Başaramadıkları şeyleri hiç vurgulamadık.
‘Kendine
inan! Sen özelsin! Her şeyi başarabilirsin; Yeter ki iste! ‘ sloganları ile
büyüttük. ‘Düşlerini takip et!’, ‘Kurallara uyma, neyle mutlu oluyorsan onu
yap!’, ‘Kendine inan ve kendin ol!’ gibi mesajları sadece eğitim sistemimizde
değil, aynı zamanda filmlerde, kitaplarda ve müziklerde de konu ettik.
Toplumsal
kurallar yıkıldı ve adeta birey doğdu. Kendi yapabilecekleri konusunda
fazlasıyla iyimser olarak yetişen bu çocuklar genç oldular.
Bu
gençler başaracaklarından çok eminler. Ne isterlerse elde edebilecek güçleri
olduğuna fazlasıyla inanıyorlar. Kendilerine fazlaca odaklanıp, diğer
insanların bakış açılarını düşünmekte zorlanıyorlar. İyi şeyleri hak
ettiklerine ve üstün olduklarına inanıyorlar.
Eşsiz
insanlar olduklarını düşünüyorlar. Hepsi lider özelliklerine sahip, popüler
olmayı çok önemsiyorlar.
İçedönükleri
‘ezik’ olarak isimlendiriyorlar ve ezik görünmemek için ellerinden geleni
yapıyorlar. Kendilerinden beklentileri o kadar artmış durumda ki; pek çok
alandaki istekleri sektörel ihtiyacı aştı.
Çok
ünlü olmak, çok para kazanmak, standartları yüksek bir hayat sürmek hepsinin
ortak hedefi oldu.
Neredeyse
hepsi lisansüstü, doktora istiyorlar ama hepsi yapamıyorlar.
Çok
yüksek maaşlarla çalışmayı hedefliyorlar ama pek çoğu uzun ve zorlu eğitimlerinin
sonunda beklentilerine ulaşamıyorlar.
Öylesine
rekabet dolu bir ortamda büyüdüler ki, ortalamanın biraz üstü bir standarta
sahip olabilmek için iki üniversite bitirmeleri, birkaç yabancı dil bilmeleri
gerekiyor.
Beklentiler
yaşam gerçekleriyle uyuşamıyor.
Bir
şekilde hedeflerine ulaşmış gibi gözüken azınlık ise, iş yerlerinde eski nesil
tarafından yadırganıyor.
İş
görüşmelerinde ilk soru olarak ne maaş alacaklarını soruyorlar. Hiyerarşiden
hoşlanmıyorlar. Otoriteyi sorguluyorlar. Üstleri ile arkadaşları gibi
konuşuyorlar. Eleştiri kabul etmiyorlar. Rahat giyimleri ve tavırları ile
yadırganıyorlar. Belirlenmiş çalışma saatlerinden hoşlanmıyorlar.
Sonuçta
iş yerlerinde yadırganıyor, eleştiriliyor ve mutsuz oluyorlar.
Bu
durumda diğerlerini kendi ihtiyaçlarını karşılayan bireyler olarak gören bu
gençler, işler istedikleri gibi gitmeyince de kolaylıkla
saldırganlaşabiliyorlar.
Sonuçta
şişirilmiş egolar çoğu kez bir balon gibi sönüyor.
Yeni
nesil savaş, kıtlık gibi ciddi travmalara maruz kalmadı.
Aksine
bilgisayar, cep telefonu, hazır gıda sektörü, elektronik ev aletleri, hızlı
ulaşım araçları gibi gündelik yaşamı çok kolaylaştıran icatlarla yaşamları daha
kolaylaşarak büyüdür.
Daha
huzurlu olmaları beklenirken, tam tersine kendilerinden başka şeylere çok az zaman
ayıran bu özgür gençlerin yaşam karşısındaki hayal kırıklıkları ise çok derin.
Başarısız
olan her deneyimi egolarına aldıkları derin yaralar olarak algılayan bu gençler
depresyonla başetmek zorunda artık.
Peki
nerede yanlış yaptık da özgüvenli yetiştirmeye çalıştığımız bu çocuklar
‘depresif’ veya ‘narsistik’ gençler oldular?
Anlaşılan
özgüveni yanlış yorumladık ve çocuklarımıza yanlış bir şekilde aşıladık.
Gerçekten
özgüvenli olan kişilerin ilişkileri çok iyidir.
Çünkü
sadece kendilerine odaklanmazlar. Karşılarındaki bireylerin duygularının
farkına varırlar, ihtiyaçlarını önceden kestirirler. Sevilirler ve severler.
Başkalarının ihtiyaçları için gerekli durumlarda taviz verirler. Kendilerini
çok iyi tanırlar. Güçlü yönlerini bildikleri gibi, zayıf yönlerinin de
farkındadırlar.
Bizlerse,
öz güveni geliştirelim derken narsizmi körükledik.
Özgüven
hem kendine hem diğerlerine saygı duymayı gerektirirken, söylemlerimiz ve
eğitim felsefemizle sadece kendine odaklı bireyler yetiştirdik.
İlişkilerinde
bile kendi amaç ve hedeflerine aracı olacak kişilerle ilişki kurdular.
İlişkileri
istedikleri amaca hizmet etmediğinde ise saldırganlaştılar. Suçladılar.
Gerçekten
sevemediler.
Özgüven
olumlu ve olumsuz her türlü özelliğimizi tanımak ve buna göre ilerlemekten
beslendiği halde, sadece olumlu özelliklerine odaklanan ve kendilerini
gereğinden fazla önemseyen bireyler yetiştirdik.
Bundan
sonraki eğitim felsefemizi, gerek okullarda gerekse aile içinde oluştururken
özgüven konusunu doğru yorumlamaya dikkat etmeliyiz.
Hedefimiz
hem olumlu hem olumsuz özelliklerini çok iyi tanıyan, beceriksiz oldukları
konuları da kabullenerek yeri geldiğinde dile getirebilen, empati kurabilen,
sevebilen, toplumun ortak yaşam gereği kabul ettiği kurallardan ürkmeyen,
saygılı olmayı demode bulmayan bireyler yetiştirebilmek olmalıdır.
Gerçek
yaşamın sınırlı fırsatları, eleştiren yapısı, çoğu kez mütevazi koşulları ‘çok
önemli bireyler’ olduklarını düşünen bu gençlere aslında koca bir gruptaki
‘herhangi biri’ oldukları gerçeği ile yüzleştirmek gerekmektedir.