Nejat Karagöz
28 Mart 2016
İslam Tarihi ve İslam Medeniyetinde Urfa adlı sempozyuma
katılımın az olduğunu gördük. Memleketim adına üzüldüm. Ancak üzüntüm halkın
ilgisizliğinden çok;
1- Urfa’nın
kadim bir İslam şehri diye pazarlanmaya çalışılmasına,
2- 2- 639′ da
işgal edildiğinde burasının zaten kadim bir medeniyet olduğunun sırf dini
hassasiyetler (!) nedeniyle göz ardı edilmeye çalışılmasına,
3- İşgal
öncesi ve sonrasında da burası ait olduğu medeniyeti devam ettirmeyi başarmış
olmasının belli çevrelerde rahatsızlık yaratmasına,
4- Bugün
Urfa’da 3-5 caminin dışında İslam eseri olarak gösterilebilecek enikonu bir
yapının bulunmayışının yeterince anlaşılmamış olmasına,
5- En kötüsü
de zorlama yöntemlerle bir din-medeniyet ilişkisi kurulmaya çalışılmasının
artık kabul görmediğinin bir türlü anlaşılmak istenmemesine…
Ve Şu anda nüfusu 2 milyonu bulan bu şehrin hem İslam’dan
hem de medeniyetten ne anladığının bahis konusu bile edilemeyeceğinden
habersizce yapılan bu tür organizasyonların ortaya koyduğu hakikat budur!
Bir sempozyumun ardından, sosyal medyaya düşen lehte ve
aleyhte notlardan birisi de benim yazdığım, yukarıdaki nottur. Bu notta yer
alan ve genel olarak sempozyumun başarısız/verimsiz geçmesinin temel nedenleri
arazsında sayabileceğimiz hususları açıklamak istiyorum.
Aslında söze, izinsiz kazılar sonucu ulaşılan üç tane
mezarın “sahabe kabri buldum!” diye yutturulmaya kalkışıldığı bir bilim (!)
anlayışının gölgesinde gerçekleştirilen bu tip etkinliklere rağbet
gösterilmemesinin normal olup olmadığını sorarak başlamalıyız…
Urfa, 11.500 yıllık -bilinen- bir tarihi geçmişi bulunan
bir şehir. Burasının medeniyet sahasında ele alınması hususunda kullanılan
ölçek İslam ölçeği olduğunda, söz konusu edilebilecek tarih aralığı, genel
tarihi açısından çok küçük bir zaman dilimine tekabül eder. Bu da bilimsel
açıdan doğru bir sonuca götürmez…
Çünkü:
Miladi 639
yılında halife Ömer’in ordularınca işgal edilen ancak başarısız kalınan ilk
İslam temasının, yanlış ve yanıltıcı olarak, başarılmış gibi gösterilmesi ve
bunun üzerine bir medeniyet inşası çabaları konunun sosyolojik, tarihsel dinsel
ve ahlaki açılardan akim kalmasının en başat nedenidir.
639
öncesinde bu topraklarda var olan medeniyetin niceliği ve niteliği bilinmeden
ve bildirilmeden, sadece 639 ve sonrasının –ki burada da bir başarı yoktur-
üzerine bir medeniyet inşası temelsiz, akim ve bilimsel gerçeklerden uzak
kalır. Doğrusu, burasının ilk işgalin üzerinden 5 asır geçtiği halde bile bir
İslam medeniyetinden söz edilmeyecek durumda olduğudur…
Bir
medeniyetin varlığından söz etmenin, o medeniyetin damgasını/izlerini taşıyan
eserlerin sayısı ve tarihsel, kültürel ve sanatsal önemi ile mümkün olacağını
konu ile ilgilenen herkes bilir. Urfa’da ise İslam medeniyetini çağrıştıracak,
burasının bir İslam-kültür şehri olduğunu ispata yarayacak hemen hiçbir eser
yoktur. Bazı çevrelerin dört elle sarıldıkları Harran’ın bile 4 bin yılı aşan bir
tarihi vardır ve İslam medeniyeti ile alakası yoktur.
Tarih ve
medeniyet ilişkisi üzerine yazılmış yığınla eser arasında medeniyet ile din
ilişkisinden söz eden hemen hiçbir eser mevcut değilken hemen bütün
medeniyetlerin temeli kültür ve tarih ilişkisi üzerindedir… Nitekim bugün
Urfa’daki yaşamsal alanların pek çoğu kültür-tarih ve medeniyet ilişkisini pek
güzel ifade eden İslam dışı eserlerdir…
Sosyal
medyada mahut sempozyuma katılımın azlığını Urfa sevdalılarının (!)
‘tırro’luğuna bağlayanların tarihe ve kültüre bir de bu perspektiften
bakmalarında yarar vardır.
Özetleyecek olursak;
Urfa kadim kültürü ile, binlerce yıllık tarihi ile,
beşiği ve eşiği olduğu medeniyetler ile bu tarz Urfalıların eline
bırakılamayacak kadar değerli ve eşi bulunmaz bir şehir iken, -tabiri hoşgörün-
ayının yavrusunu severken boğması misali, bu memleketi seveyim derken rezil
eden tarih ve medeniyet meraklısı dostların Urfa’mıza biraz daha itina
göstermeleri gerekmektedir.