İbrahim Halil Okuyan
15 Mart 2016
Güneydoğu’da;
Yollarda bombalar patlatılıyor.
Kentlerde hendekler kazılıyor.
Tuzaklar yerleştiriliyor.
Sokağa çıkma yasakları konuyor.
Operasyonlar yapılıyor.
Şehit haberleri geliyor.
Ülkenin her yerinde cenaze merasimleri yapılıyor.
Büyük şehirlerde canlı bombalar patlatılıyor.
Ülkemizin istikrarı bozulmak isteniyor.
Suriye ve Irakta insanlar birbirlerini öldürüyorlar.
Hep aynı sorulara cevap arıyoruz.
Ne oluyor?
Neden oluyor?
Olayların arkasındaki akıl kim?
Neden bu hale getirildik?
Bomba atanı bulunca seviniyoruz.
Olaylar olunca yapılan güvenlik zirveleri haberlerini duyunca rahatlıyoruz.
Acaba bu yeter mi?
Büyük oyun nedir?
Hedef nedir?
Nerede yanlış yaptık?
Deyip,
Sorulara cevap ararken,
Hep kendimizi akıllı sanıp kendimizce bu sorulara sıg cevaplar buluyoruz.
Gündemi unutuyoruz.
Ta ki yeni bir bomba patlayıncaya kadar.
Sanıyoruz ki;
Liderler ortak bir deklarasyon yalanlasa her şey bitecek.
Silahlar susacak.
Ama o kadar basit değil.
Sorumlu aramaktan vaz geçip ben ne yapabilirim demeliyiz.
Yangına su taşıyan Karınca misali.
Bir şeyler yapılacaksa hepimiz milletçe taşın altına elimizi koyacağız.
Bunun nasıl olacağına kafa yormalıyız.
Bu insanlar nasıl bu kadar kolay canlı bomba oluyorlar?
Bu soruya yanıtlar aramalıyız.
Ayrım yapmadan insanlarımızı öldürenlerin,
Ne ara bu kadar insanlıklarını kayıp ettiklerini irdelemeliyiz.
Hepimiz aynı gemi içindeyiz.
Gemi batarsa hep birlikte boğulacağız.
Bizim Suriyeler gibi sığınacağımız bir komşu ülke de yok.
Bunu yaparken aşağıdaki hikayedeki
bilge adam gibi düşünmeliyiz.
Çin düşünürü Lao Tzu’nun öyküsü
Köyün birinde bir yaşlı adam
varmış.
Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış.
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki,
Kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş ama adam satmaya
yanaşmamış.
“Bu at, sadece bir at değil benim için; bir dost. insan dostunu satar mı?”
demiş.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış:
“Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.
Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş.
“Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz.
Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyara kahkahalarla
gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmiş ve at bir gece ansızın dönmüş.
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyara gidip özür dilemişler.
“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için,
şimdi bir at sürün var.”
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar.
“Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.”
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla
dalga geçmemişler ancak içlerinden
“Bu ihtiyar sahiden saf” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları
terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini sağlayan oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene
gelmişler ihtiyara.
“Bir kez daha haklı çıktın” demişler.
“Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar
“Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.
“O kadar acele etmeyin.
Oğlum bacağını kırdı.
Gerçek bu.
Ötesi sizin verdiğiniz karar.
Ama acaba ne kadar doğru.
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve
Ondan sonra neler olacağını asla bilemezsiniz”
Birkaç hafta sonra
Düşmanlar hanedanlığa çok büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle
Eli silah tutan bütün gençleri askere gönderme emrini vermiş.
Köye gelen görevliler,
İhtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış.
Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş,
Giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.
“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler.
“Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında.
Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler.
Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar.
“Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var.
Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.
Ama bunların hangisinin talih,
Hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla
tamamlamış:
“Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp
Tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız ve
Daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Kıssadan Hisse
Günlük yaşamak güzel, ama güncelin
sınırlarına hapsolmak yanlış.
Evet, dünya planında ve bu oyunda başta öyle algılamamız gerekiyor,
Ama zamanın tarifini de güncel anlayışın dışında aramak lazım.
Günceli aştığımızda,
Zamanın üzerinde ilerlediğimiz sabit bir demiryolu olmadığını anlarız.
Ve o zaman, zamanda tek seçenekli bir istikamette ilerleyen mecburcu bir
katarda, mecburcu bir vagon olmadığımızı da fark ederiz.
Saygılarımla..
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
15.Mart.2016 Şanlıurfa