Çiğdem Köksal Schmidt
11 Mart 2016
Göbekli Tepe binlerce yıl önce toprakla doldurulurken
buna karşı çıkan oldu mu?
Dolgu sürecini sorgulayan, ‘Kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz?’
diyen?
Çivi yazılı tabletler ile bugüne kadar ulaşan bir metin
vardır Mezopotamya’ dan, adı Enuma Eliş.
Yedi kil tablet üzerine yazılmış, yaklaşık bin satırlık
metinde anlatılanlara, Babil yaratılış destanı da denir bazen, bulunan
tabletler milattan önce birinci bin yıla tarihlenir. Orda burda , aslında başka
bir yayın ararken, çeviri metinleri ile (arkeologlar, çivi yazılı tabletleri,
filmlerde gördüğümüz sahnelerin aksine kil tabletin üzerinde biraz parmağını
gezdirerek okuyamıyor genellikle) tekrar tekrar karşılaştığım Enuma Eliş,
başlangıç satırları ve Tiamat’ın ‘kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’
ifadesine indirgenmiş olarak yerleşir hep hafızama.
Metnin diğer kısımları zaten, daha çok Marduk’ un ana
tanrı mertebesine yükselmesi konusunu, propoganda havasında anlatır.
Hikaye kısaca şöyle:
‘Henüz yukarda gökyüzü yok iken ve aşağıda yeryüzü
yaratılmamış iken’ diye başlıyor Enuma Eliş. İlk olarak, iki tane tanrıların
tanrısı var başrolde, daha doğrusu bir tanrı Apsu ve bir tanrıça Tiamat. Bunlar
yavaş yavaş gökyüzünü, yeryüzünü ve yaradılış efsaneleri için ilk etapta
gerekli olan diğer bazı unsurları yaratıyorlar, sonra da diğer tanrıları. Ama
bu yeni tanrılar bir süre sonra, nedendir bilinmez çok gürültü çıkarıyorlar ve
Apsu bundan rahatsız oluyor. Gürültücü yeni tanrıları cezalandırmak, yok etmek
istiyor, danışmanı ile birlikte Tiamat’a gidiyor planını açıklıyor, Tiamat çok
heyecanlanıyor, kızıyor, sinirleniyor bu plana, kabullenemiyor cezayı ve yok
etmeyi. Benim kafamdaki sahnede ise aslında hüzün ve acı ile, bir kadının
koruyucu şefkati ile dönüyor Apsu’ya ve işte hep aklıma takılan o sözleri
ediyor ‘ kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’.
İnsan beyni ve hafızası şaşırtır, iki satır metnin seni
aldığı götürdüğü yerlere niye geldiğini kendin bile anlayamazsın.
Etkileşimlerin beni götürdüğü yer ise çoğunlukla Göbekli
Tepe.
Belki bu his hep vardı, ama bunu şimdi Klaus’un
yokluğunda daha da fazla hissediyorum.
Göbekli Tepe’nin ikimizin hayatının her aşamasında
kapladığı, hatta, adeta işgal ettiği yer ile aklıma, düşüncelerime, etrafı
anlamama, karşılaştığım her türlü yaratıcı eseri algılamama kadar her konuda
beni ve ayrıca daha da fazla Klaus’u etkisi altında bıraktığını söylemem
gerekir, kimse de şaşırmaz buna sanırım.
Göbekli Tepe’de Klaus un yanında ve onun ekibi ile
birlikte 20 yıl boyunca çalışırken ulaştığımız önemli bilgilerden biri,
bulduğumuz neolitik dönem yapılarının bilinçli olarak dönem insanları
tarafından toprakla dolduruldukları, bir şekilde gömüldükleri tespiti idi.
Neden gömülmüşler/ doldurulmuşlar sorusu, bu bilgiyi
kavradığımız andan itibaren (kazıların son zamanlarında değil, ilk yıllarında
idi bu) hepimizi meşgul eder hale geldi tabii.
Arkeologlar olarak bu sorunun cevabını aramak için dolgu
sürecini incelememiz gerektiğini biliyorduk ve buna yönelik çalışmalar yapıldı,
yayınlandı , bu bilgi bilimsel çevrede paylaşıldı vs.
Aynı bilgiyi gelen ziyaretçilerle de paylaşmaya
başladığımızda, Göbekli Tepe’ nin günümüze bu kadar güzel korunmuş olarak
ulaşmasının, Urfa ya o kadar yakın ama o kadar uzak kalmasının ve binlerce yıl
keşfedilmeyi ve Klaus Schmidt ile karşılaşmayı beklemesinin, kazılar başlamadan
önce toprak üstünde hemen hiçbir şey görünmemesinin hep bu yapıların zamanında
bilinçli olarak doldurulması ile ilgili olduğunu anlatmaya çalıştığımızda, her
duyduğuna inanmayacak kadar kendine güvenen, kendisine sunulan bilgiyi kendi
bilgiçliği ile sınayan bazı ziyaretçiler ne saçma, öyle olamaz, niye bu kadar
uğraşsınlar bunları yapmak için sonra da gömsünler derlerdi…
Bir yandan da iyi bir kendine güven tavrı sergiliyorlardı
bu kişiler belki de, kendine her anlatılana inanmamak iyidir !
Ne diyordum, Enuma Eliş ve Göbekli Tepe
etkileşimleri…Aklımda bir kadın …Göbekli Tepe’yi yapanların zamanından
…ama ille bir kadın olması gerekmez..belki birden fazla birey, birileri
işte…muhalif bir grup da olabilir…insanlık tarihinin neresinde, insanlar
tamamen homojen bir birliktelik içinde yaşadılarki…o zamanlarda da farklı
düşünenler, ötekiler olmalıydı…
Göbekli Tepe’yi kapamaya başladıklarında, üzerini
toprakla örttüklerinde, hüzünle, acı ile bu örtme işlemini izleyenler, niye
kapatıyoruz diyenler olmuş mudur?
Göbekli Tepe’nin T-biçimli dikilitaşları tahrip
edilmemiş, bir zorbalık, bir şiddet görmemişler, neredeyse sevgi ile dikkatli
bir itina ile toprak ile kapatılmışlar…
Biraz Tiamat gibi düşünen kadınlar var mıydı acaba o
zamanlarda.
Kendi yarattıklarımızı neden saklıyoruz, niye bir daha
hiç görmemek üzere toprağın altına uğurluyoruz diye düşündüler mi onlar da?
Eserlerinin üzerine toprak düştükçe görebildikleri son
kıvrımları takip edip, o anı belleklerinde saklamak için çabaladılar mı,
kendilerinden bir parçayı da üzerini örttükleri eserlerinin yanına koyuverdiler
mi, bir hatıralarını beraber yolcu ettiler mi? ya artık her şey toprağın altına
girdikten sonra ne hissettiler, ne anlattılar, ne söylediler, ne düşündüler?
Bu yaşadıklarının anısını geleceğe nasıl taşıdılar? Orada
toprağın altında ne olduğunu halen bilen insanlar ne yaptı peki, tekrar tekrar
Göbekli Tepe’ ye gelip etrafta dolaştılar mı? Gözyaşı döktüler mi?
Toprak sana iyi olsun, seni saklasın ve korusun dediler
mi?
NOT: Bu yazdıklarımda kesinlikle Göbekli Tepe ve Enuma
Eliş ilişkilendirme çabası aranmasın lütfen, sadece aklıma takılanların ve
etkleşimler sonucu üreyen düşüncelerin paylaşımıdır bunlar. Bir çeşit günlüktür
ya da benzeri bir şey, fazla anlam yüklemeye gerek görülmesin…