Cüneyt Gökçe
13 Kasım 2015
Kan davaları ve benzeri hadiselerin cahiliye döneminden kalma adetler olduğu hususunda akl-ı selim sahibi olan herkes hemfikir. Gerçekten de bu tür yaklaşımlar, ocakları söndürmekte; masumların hayatını sona erdirmekte; nice insanları yetim ve dul bırakmakta ve toplumsal bir kangren olarak hayatiyetini sürdürmektedir.
Ashabım!
Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmüttalib’in torunu (amcazadem) Rebia’nın kan davasıdır.
İnsanlar!
Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurmak gücünü ebedi surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Cahiliye döneminin önemli sıkıntılarından olan kadın problemini net ifadelerle dile getiren Allah Resulü, bir yandan bu konunun önemini vurguluyor, diğer yandan da aile saadetini temin edecek ya da bozacak noktaları da şöyle belirtiyor:
İnsanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları te’dib edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.
Dinin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerif’tir. ınsanlığın iki cihan saadeti bu çerçevede hareket etmeğe bağlıdır. ışte Hz. Peygamber bu önemli noktaya vurgu yapıp her konudaki temel referansımıza şu sözlerle açıklık getiriyor:
Mü’minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır.
Herkese eşit gözle bakmak ve kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için de istemek bir iman barajıdır. Tam anlamıyla inanabilmemiz Müslüman kardeşimizin iyilik ve esenliğini istemekle mümkündür. Hürriyetimiz bize başkasına da kendimize de haksızlık yapma şansı tanımaz.
İşte Allah Resulü, kardeşliğin önemini vurgularken bunun hukukuna da riayet edilmesi gerektiğini. hak ihlallerine sebebiyet verilmemesinin zorunluluğunu, kardeşimizin yanı sıra kendi hukukumuza da dikkat etmememizin bir görev olduğunu şu veciz sözlerle dillendiriyor:
Mü’minler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.
Ashabım!
Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.
İnsanlar arasında birtakım sıkıntılara neden olan, ölüm öncesi bir kısım varisler lehine/aleyhine vasiyet etme sorununa dikkat çekip doğuracağı sakıncaları vurgularken şu ifadeleri kullanıyor:
İnsanlar!
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir. Varise vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tövbelerini ne de şehadetlerini kabul eder.
Son olarak da görev ve sorumluluğunu yerine getirdiğine dair muhataplarının onayına başvuruyor ve bunun için de şu diyalogu gerçekleştiriyor:
İnsanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
“-Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şehadet ederiz” cevabını verdiler.
Bunun üzerine Hz. Muhammed (sav):
şahit ol Ya Rab! şahit ol Ya Rab! şahit ol Ya Rab! dedi.
Kendi durumumuzu bu gözle değerlendirirken “iyi yerde” olmamız dileğiyle…