Mehmet Göncü
2 Eylül 2014
Kıymetli okuyucularım, bildiğiniz gibi Kanuni
Sultan Süleyman Osmanlı İmparatorluğunun en önemli padişahlarından
biridir. İmparatorluk tahtında 46 yıl
oturmuştur.
Döneminde, şarkın ve garbın bütün hükümdarları onun
haşmet ve kudreti karşısında gölgede kalmıştır. Batılıların muhteşem Süleyman
lakabını taktığı bu cihan Padişahı, yaygın merhameti, yoksulları koruyan
uygulamaları, etkin gücü ve şaşmaz adaleti ile gerçekten onaltıncı yüzyılın
efendisi olmuştur.
Her ne kadar Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt’ın
öldürülmesi olayında objektif olarak Padişahın iradesi görülse de aslında o
olayda Kanuni aldatılmıştır. Çünkü Hürrem Sultan’ın adamlarına yazdırdığı bir
mektup Şehzade Mustafa’nın imzası taklit edilerek İran Şahına gönderilmiş, Şah
da bu mektubun cevabını doğrudan saraya göndermiştir. Halbuki Mustafa’nın bu
mektuptan haberi yoktur. Bu tamamen Hürrem Sultan’ın tezgahladığı bir oyundur. Şehzade Beyazıt da bu tür komploların
neticesinde Diyarbakır’da öldürülmüştür.
Sonra Kanuni çocukları için çok üzülmüş ve şiirler yazmıştır.
Neyse biz dönelim yazımızın konu başlığına..
1495-1566 yılları arasında yaşamış olan bu büyük
insanla ilgili anlatılan bir menkıbe gerçektende çok anlamlıdır. Kendisine
“Kanuni” lakabının verilmesi, hak ve adalet konusundaki çok titiz olmasından
dolayıdır.
İşte bu büyük hükümdarın ölümüne bağlı olarak
yerine getirilmesini istediği bir vasiyeti vardır. Bu vasiyet; içinde ne
olduğunu kendisinden başka kimsenin bilmediği 25 cm3 büyüklüğünde küçük bir
sandığın ölümü halinde mezarda yanına konmasıydı.
Kanuni Zigertvar kalesinin kuşatması esnasında
eceli ile vefat edince, cenazesi İstanbul’a getirildi. Derhal defin işlemlerine
başlandı ve bu vasiyette hatırlandı. Sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu.
Bu vasiyet dönemin en büyük din bilgini ve
şeyhulislamı olan Ebussuud efendiye soruldu.
Ebussuud efendi: “Zinhar; böyle bir vasiyeti yerine
getirmezsiniz, dini mübine (islama) uymaz” dedi.
Bu açıklama üzerine alimler istişare toplantısı
yaptılar ve bu vasiyetin yerine getirilmemesine karar verdiler.
Zira; bu dünyaya eşyasız gelinir ve öylede
gidilirdi.
Ayrıca, istişare kurulunun aldığı bir karar
gereğince de bu sandık açıldı. Sandığın içinde, Kanuninin yaptığı önemli
icraatların adalete, hakka, hukuka, ahlaka ve o günün tüm kurallarına uygun
olup, olmadığı hakkında şeyhulislamdan aldığı fetvalar ve yazılı belgeler
olduğu görüldü.
Demek ki; Cihan Padişahı, Allah’ın huzuruna
çıkarken mesuliyeti gereği, adaletli davrandığını ve Onun rızası hilafına
aykırı bir iş yapmadığını belgelemek istiyordu.
Bu olay karşısında, devrin en büyük bilgini olan Şeyh-ul
İslam olan Ebussuud efendi ağlayarak:
“Ey
büyük sultan, sen Tanrı katında kendini temize çıkardın, sorumlu olarak biz
fetva verenleri gösterdin. Eğer biz yanlış bir fetva vermiş isek, ahiret
gününde nasıl bunun altından kalkacağız?” demekten kendini alamamıştır.
Kıymetli okuyucularım Kanuni, adaleti ve merhameti
ile ünlenmiş bir cihan padişahıydı. Hiçbir fethinde yağma ve yıkım olmamıştır.
Hiçbir görevli bilerek yabancı birinin tarlasında atına bir tutam ot bile
yedirememiştir. Yedirenler olunca da en şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Adaletli ve şanlı bir geçmişi olan güzel ahlak
sahibi atalarımızla ne kadar öğünsek azdır. Yüce Allah hepsine rahmet etsin.
Aziz okuyucularım, bakınız yaklaşık 500 yıl önce
yaşanmış bir olay günümüzde yine hatırlanıp dile getiriliyor. Demek ki Kanuni
bile aldatılabiliyormuş ki Şehzade Mustafa ve gerekse Şehzade Beyazıt boşu
boşuna öldürüldüler.
Onun için kesin delilller olmadan hiç kimse suçlu
ilan edilmemelidir. ‘Çamur at izi kalsın’lara
yaşam olgusu içinde meydan verilmemelidir.
Unutulmamalıdır ki,haktadır haktır en büyük kuvvet.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride,
kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.