Ali H. Demir
13 Ağustos 2014
Normal
0
21
false
false
false
MicrosoftInternetExplorer4
Eğitim sisteminin kurulması sonrası
oluşturulan yapının işletilmesinde insan unsuru en temel unsurların başında
gelmektedir. Kurulmuş örgütsel yapıların amaçlarına ulaşma çabalarında ihtiyaç
duydukları tüm kaynaklar insan ve madde kaynakları olarak isimlendirilmektedir.
Bu kaynakların kullanılması sayesinde örgütsel yapılar amaçları doğrultusunda
üretim yaparak içinde bulundukları toplumun ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.
İhtiyaçların karşılanması çabasında ortaya konulan performansın düzeyi,
sistemlerin verimliliğinin de en temel göstergelerindendir.
Eğitim sisteminin çalışma alanına ve bu alanın
özelliklerine bakıldığında insan etkileşiminin yoğun olduğu bir alanla
karşılaşılır. İnsan etkileşiminin yoğun olduğu bir alanda da insan
ilişkilerinin niteliği büyük önem taşımaktadır. Eğitim sisteminin içinde yer
alan insani etkileşim faaliyetlerine genel olarak bakıldığında
yöneten-yönetilen, öğretmen-öğretmen, öğretmen-öğrenci, öğretmen-veli,
yönetici-öğretmen, öğrenci-öğrenci, öğrenci-veli etkileşimleri başta olmak
üzere birçok farklı etkileşimle karşılaşılmaktadır. Bu etkileşim türleri farklı
ortamlarda ve farklı niteliklerde ortaya çıkmaktadır. Okul, sınıf, eğitim
faaliyetinin yönetildiği ve değerlendirildiği her tür ortamda öğrenen-öğreten,
yöneten-yönetilen, karar alan-uygulayan etkileşimi yoğun bir şekilde
yaşanmaktadır. Bütün bu yaşananlar eğitim faaliyetini olumlu veya olumsuz
etkilemektedir.
Örgütsel yapılar amaçlarını gerçekleştirme sürecinde
birçok insan ve madde kaynağını kullanırken çok farklı sorun ve eksikliklerle
karşılaşabilir. Ancak bu süreçte kullanılan insan ve madde kaynaklarının aynı
tür ve nitelikte sonuçlar vereceğini düşünmemek gerekir. Örgütsel yapının
kullandığı insan kaynağından kaynaklanan sorun ve eksiklikle diğer madde
kaynaklarından doğan sorun ve eksiklikler farklı şekillerde ele alınması
gerekir. İnsani etkileşimden kaynaklanan sorunların veya eksikliklerin niteliği
diğer maddi kaynaklardan kaynaklanan sorunların ve eksikliklerin niteliğinden
büyük oranda farklılık göstermektedir. Bu farklılık sosyal bilimlerle fen
bilimleri alanı diye ayrılmış olan bilimsel kategorilerde de ortaya
konulmuştur. Sosyal bilimlerin konusu büyük oranda insan etkileşimine dayanan
olay ve olguları ele alırken fen bilimleri kadar kesin sebep-sonuç ilişkisine
ulaşamamakla dile getirmeye çalıştığımız farklılığı da bir başka şekilde
göstermektedir. Eğitim faaliyeti de sosyal bir faaliyet olmakla insani
etkileşimin en yoğun olarak yaşandığı toplumsal faaliyet alanlarından birisi
olarak varlığını sürdürmektedir. Eğitim faaliyetinin bu özelliği eğitim
etkinliklerinin yönetimini, değerlendirilmesini, yapılandırılmasını büyük
oranda zorlaştırmaktadır.
Eğitim faaliyetinin insani etkileşim boyutunda can
alıcı öneme sahip kişi öğretmendir. Bu nedenle de öğretmenlik formasyonunun
kazandırılmasından başlamak üzere eğitim faaliyetinin her aşamasında öğretmen
davranışlarının niteliklerinin geliştirilmesine büyük önem verilmesi
gerekmektedir. Öğretmenlik görevini üzerine alacak kişinin çalışacağı alanda
gerekli olan bilgi, beceri, tutum ve davranışları edinme düzeyi onun eğitim
faaliyetinin verimliliğine de büyük oranda etki edecektir. Ülkemiz eğitim
sisteminin adeta temeli olarak görülür hale gelen “Meslekte asıl olan
öğretmenliktir” ilkesi de dikkate alındığında bu etki çok daha büyük bir yer
işgal etmektedir.
Ülkemiz eğitim sisteminin kuruluş, işleyiş ve yönetim
süreçlerine genel olarak bakıldığında öğretmenlik mesleğinin sistemdeki
önemiyle paralel bir değere sahip olmadığı, sistemdeki sahip olduğu hayati
öneme eş değer bir özenin gösterilmediği rahatlıkla söylenebilir. Meslek öncesi
formasyon aşamasında öğretmenlik mesleği konusunda herkes tarafından kabul
edilmiş olmazsa olmaz ilkelerin hala var olmadığı görülmektedir. Yüksek Öğretim
Kurumları genel bir takım düzenlemeleri oluşturmaya çalışmakla birlikte her
üniversite kendine göre bir anlayışla öğretmenlik formasyonu vermeye çalışmaktadır.
Hazırlık aşamasında her üniversite genel ilkelere dayalı bir anlayış yerine
adeta sahip olduğu öğretim elemanının niteliklerine göre oluşmuş iç kültürünün
getirdiği anlayışla öğretmenlik formasyonu vermeye çalışıyor. Bu süreçte
öğretmenlik formasyonu edinen kişilerin çalışacağı alan olan Milli Eğitim
Bakanlığı ile doğrudan bir etkileşim ve iletişimin kurulabildiğini söylemek de
zor. Her üniversite kendince en iyi niteliklere sahip öğretmenleri
yetiştirdiğini düşünüyor, ancak hemen hiçbir üniversite mezunlarını alanda
takip edip piyasaya sürdüğü ürünlerin pazarda ne kadar nitelikli olduğuna dair
bir takibat, gözlem ve değerlendirme de yapmıyor. Milli Eğitim Bakanlığı da bu
konularda üniversitelere geri dönüt sağlamıyor/sağlayamıyor. Öğretmen
niteliklerine dair tartışmalar, değerlendirmeler çalıştaylarda, bilimsel
toplantılarda, araştırmalarda devam edip gitse de çözüme yönelik bir strateji,
proje, uygulama veya karar yok denecek kadar az. Yazılı materyaller üzerinde
hemen her şey yazıyor ama hayata geçen bir uygulama yok. Bu durum üniversite
ile bakanlık yabancılaşmasının bir sonucu olarak sürüp gidiyor.
Öğretmenlik mesleğine hazırlık aşamasında yaşanan bu
sorunlara rağmen asıl büyük sorun öğretmenlik formasyonunu bir şekilde edinmiş
olan kişilerin eğitim sisteminin içine girmesinden sonra daha da büyüyerek
devam ediyor. Eğitim sistemi, işleyişi için hayati öneme sahip olan
öğretmenleri içine aldıktan sonra adeta görmezden gelen bir bakış açısıyla
istihdam etmeyi sürdürüyor. Öğretmenin sisteme girişinden itibaren rutin
işlemler dışında hemen hiçbir aşamada öğretmeni dikkate almıyor,
değerlendirmiyor, geliştirmiyor. Eğitim sisteminin içinde hizmet içi eğitim
türü geliştiricilik işlevi yüklenmiş bir takım faaliyetler yok değil ancak
bunlar mevcut yapı içinde adeta devede kulak misali kaldığı gibi sistemdeki
önemiyle kıyaslanınca öğretmen öğesinin verimliliğine katkı adına hiçbir fayda
sağlamıyor. Bu tür faaliyetlere katılım isteğe bağlı olduğu gibi amacından da
büyük oranda sapmış durumda. Denetim sistemi, sistemin suç saydığı olumsuz
davranışları takip ve kontrol adına sorgulayıcılık işlevinden ileri gidemiyor.
Eğitimin yönetiminden ve işleyişinden sorumlu yönetim birimleri rutin işlerin
yürütülmesini takip etmekten öte bir işlev görmüyor. Öğretmenlerin
sorunlarından haberdar olma adına sistem içinde etkin bir iletişim kanalı yok.
Mevzuatın getirdiği düzenlemeler daha çok üstten alta emir komuta iletmeyi
sağlayacak tek yönlü bir anlayışla oluşturulmuş. Sorgulama, eleştiri,
geliştirmeye yönelik görüş alma kültürü hemen hiç yok. Bu tür davranışlar
yönetime güvensizlik, suçlayıcılık, cezalandırmayı gerektiren davranışlar
olarak veya en azından örgüt içi insan ilişkilerini zedeleyen davranışlar
olarak algılanıyor. Böyle olunca, sistemin içinde yer alanlar rahatsız da
olsalar ses çıkarmamanın daha güvenli olduğu anlayışıyla işini bildiğin gibi
yap, gerisine karışma, soru sorma, eleştirme ilkesini meslek hayatının temel
ilkesi olarak ele alıyorlar. Bu anlayış eğitim sistemi içinde mevcut sorunların
örtülmesini, görmezden gelinmesini, kanıksanmasını getirdiği gibi sorunların daha
da kökleşmesine, adeta kangrenleşmesine neden oluyor.
Eğitimi yönetenlerin bu çerçevede öğretmenlik mesleğine
giriş öncesi formasyon edinme aşamasında üniversite-bakanlık yabancılaşmasının
önüne geçici önlemler alması gerekiyor. Üniversiteler, varlıklarının da bir
gereği olarak çıkardıkları ürün olan öğrencilerini meslek içinde takip etmeleri
gerekiyor. Eğitim sistemi içine aldığı öğretmenleri iş başarım düzeyleri,
performans düzeyleri itibariyle gözlemesi, değerlendirmesi ve geliştirmesi için
etkin bir denetim, rehberlik ve yönlendirme sistemi kurması gerekiyor. Sistemi
yönetenlerin sorun odaklı bir yaklaşımla sistem içinde alttan üste, üstten alta
iki yönlü sağlıklı bir iletişim sistemini kurmaları gerekiyor. Bu yapılmadığı
sürece eğitim faaliyetlerinin sistemli, çağdaş ve topluma katkı sunacak düzeyde
verimli olacağını beklemek hayalden öte gitmeyecektir.
Ali Hikmet DEMİR
Maarif
Müfettişi