Cüneyt Gökçe
16 Mayıs 2014
Efendim, köşe yazımın günü Cuma olması hasebiyle bazen gündem oluşturan bir takım tarihi olayları ya önceden ya da sonradan yazmak durumunda kalabiliyorum.
youtube mp3 dönüştürücü siyahbet giriş deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking güncel giriş king royal giriş kingroyal giris madridbet güncel giriş deneme bonusu veren siteler casino siteleri
16 Mayıs 2014
Efendim, köşe yazımın günü Cuma olması hasebiyle bazen gündem oluşturan bir takım tarihi olayları ya önceden ya da sonradan yazmak durumunda kalabiliyorum.
9 Mart 2006
TOPLUMDA KADIN’IN YERı
Efendim, köşe yazımın günü Cuma olması hasebiyle bazen gündem oluşturan bir takım tarihi olayları ya önceden ya da sonradan yazmak durumunda kalabiliyorum. Hoş görüle…
Malûm, 8 Mart gününü Dünya Kadınlar Günü olarak kutladık. Geride bıraktığımız Çarşamba günü bu alanda düzenlenen pek çok etkinliğe tanık olduk. Bu etkinliklerin bir kısmı amacını aşsa da asıl vurgu kadının karşılaştığı eşitsizlik ve haksızlıklara yapıldı. Bu yönüyle üzerinde durulması gereken bir husustur, diye düşünüyorum.
Bu tür etkinlikler, beni hayalen ıslam öncesi döneme götürdü. ıslam’ın kadına verdiği değeri ve kazandırdığı statüyü bir kez daha düşünmeye başladım.
Bilindiği gibi, ıslam öncesi döneme cehalet ve bilgisizliğin egemen olması nedeniyle- cahiliye dönemi denilmektedir. Bu dönemde çeşitli medeniyetlerce kadının insan olup olmadığı tartışılıyor, ruhunun bulunup bulunmadığı gündeme getiriliyor, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirilmesi öngörülüyordu… Yine söz konusu dönemde, kızlar horlanıyor, bir eşya gibi görülüyor ve çeşitli zulüm ve haksızlıklara maruz bırakılıyordu. Kur’an-ı Kerimde bu husus şöyle tasvir edilmektedir: “Onlardan biri kız ile müjdelendiği zaman, pek öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin sevimsizliğinden dolayı kavminden gizlenmek ister. Onu, hakarete katlanarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? diye düşünür durur. Bak ne kötü hüküm veriyorlar!..” (Nahl, 16/5859).
Evet, onlardan herhangi biri bir kız çocuğu ile müjdelendiği zaman, öfkeden yutkunup duruyor, bu yüzden de yüzü simsiyah kesiliyor ve bu acı müjdeden dolayı halkın içine çıkıp görünmekten de utanıyordu. O, böyle bir haberi o kadar kötü buluyordu ki; kaybolmak, gizlenmek, bir deliğe girip saklanmak istiyor ve iki alternatiften birine katlanmak zorunda olduğuna inanıyor, tereddütler içinde bocalıyor ve bir karar veremiyordu: Ya cemiyet içinde düştüğü horluğa katlanıp o çocuğu hayatta bırakacak veya şerefini temizlemek için (!) o kız çocuğunun vücudunu ortadan kaldıracaktı.
O günü canlandırması bakımından, şu hadise çok dikkat çekicidir:
Bir gün bir sahâbî, Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek cahiliyeye ait bu canavarlığı şöyle dile getirmişti: “Ey Allah’ın Resulü! Biz cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri diri gömerdik. Benim de bir kız çocuğum vardı. Annesine ‘bunu giydir, dayısına götüreceğim’ dedim. Kadın bunun ne demek olduğunu bilirdi. Ciğerparesi, evlâdı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. Ancak, kadının böyle bir canavarlığın önüne geçme yetkisi yoktu. Yapabileceği tek şey, için için ağlayıp gözyaşı dökmekti. Eşim dediğimi yaptı. Çocuk gerçekten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu. Elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. Ona kuyuya bakmasını söyledim. O tam kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme vurdum ve onu kuyuya yuvarladım. Fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına tutundu. Bir taraftan çırpınıyor, diğer taraftan da: ‘Babacığım üzerin tozlandı’ deyip elbisemi silmeye çalışıyordu. Buna rağmen bir tekme daha vurdum ve onu diri diri toprağa gömdüm.”
Adam bunu anlatırken Allah Resulü ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Orada oturanlardan birisi: “Be adam, Resûlullah’ı, hüzün içinde bıraktın!” deyince, Efendimiz, adama: “Bir daha anlat” dedi. Adam hâdiseyi bir kere daha anlattı. Hz. Peygamber’in gözlerinden süzülen yaşlar mübarek sakalından aşağıya akıyordu [Darimi, Mukaddime, 1.].
ışte, ilk defa Kur’ân, böyle bir barbarlığa el koyuyor, bu tür canavarlığa karşı çıkıyor ve hangi sebeple ve ne şekilde olursa olsun çocukların öldürülmesini yasaklıyordu.
Evet, kadın cahiliye döneminde böylesine hakir görülüyor, horlanıyor ve utanılası bir şey olarak değerlendiriliyordu. Hatta bu durum, sadece cahiliye Araplarına mahsus da değildi. Roma ve Sâsâni imparatorluklarında da aynı hususlar yaşanıyordu. Bu itibarla denebilir ki; ıslâm’ın, cahiliye Arapları arasındaki kadınlık dünyasıyla ilgili gerçekleştirdiği devrim, aslında tüm dünya kadınlığı adına, insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir operasyondur.
*ıslam’da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Yani, temel hak ve sorumluluklar açısından kadının konumu erkekten farklı değildir.
*Ayrıca, kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip olan bir varlık değildir. Kurân-ı Kerim’de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir. (el-Bakara 2/187) Asla, ikinci sınıf varlık değildir.
*Kur’an-ı Kerim’in ‘Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.'(Bakara, 2/187) şeklindeki ifadeleri de erkek ve kadının insan olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir.
*Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdisenin Kur’an-ı Kerim’de açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) ıslam’a göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir.
*ıslam’a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.
*ıslam’ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğu bilinmektedir. Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda oturur; belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendi özel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerlerdi.
*Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehrin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; ‘Allah’ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur’an’da bulunan bir hükümdür’ diye itiraz ettiği, Hz. Ömer’in de bu itiraz karşısında ‘Allah’a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var’ dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde ‘Hisbe’ denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bugünkü anlamda bir nevi ‘zabıta’ hizmetlerinin kadına verildiği tarihî bir vakıadır.
*Kur’an’da nisa/kadınlar isimli bir surenin varlığı, cennetin bir kadın olarak anaların ayaklarının altına serilmesi; hatta peygamber olması için bile engel görülmemesi ıslam’ın kadına verdiği değeri vurgulayan önemli kanıtlardandır.
Günümüzde kadının ikinci sınıf insan olarak değerlendirilmesi, töre adet ve göreneklere kurban edilmesi, geleneklerin din gibi algılanması sonucu kadının zulüm ve haksızlığa uğraması cahiliyeye dönüş arzularından başka bir şey değildir.
Sonuç olarak şunu vurgulamak gerekir: ıslam Dini’ne göre insan insana eşittir. Bu anlayışta kadın-erkek ayırımı kesinlikle söz konusu değildir.
Bu duygu ve düşüncelerle bütün kadınların her gününü kutluyor, yılda sadece bir gün hatırlanmalarının yanlışlığını ve yetersizliğini vurguluyor, hak ettikleri yer ve konumda olmaları gerektiğini özellikle ifade ediyorum.