Konuk Yazar
20 Mart 2014
İlkokulu Şehit Nusret İlkokulu’nda okudum. Okul şimdiki yerinde değildi, ara sokakta kocaman bir binaydı. Genişçe bahçesi, okuldan ev olacak kadar odaları vardı.
O yıllarda polis evlerden ve yollardan çocuk toplar okula getirirdi. İlkokul birinci sınıftayken 12-13 yaşında sınıf arkadaşlarımız vardı. Bunlar okula polis zoruyla getirilmişti. Hemen hemen hepsi belli bir müddetten sonra okulu bırakıp gittiler. Polislerin bizim mahallede kapıları çalıp evde kaç çocuk olduğunu sorduklarını hatırlarım. Mahalleli kadınlar polisin geldiğini duyunca çocuklarını saklardı. Polis kapıyı çalar, kapıya gelen kadına evde okul çağında çocuk olup olmadığını sorardı .
Kadın, polise :
-Yok babam, bizde çocuk ne geziy (geziyor) der, polisi savardı. Polis de içeri girip mutfakta gizlenen çocukları aramadan giderdi.
Bazı okullarda yoksul çocuklara öğlen yemeği verilirdi. Maddi durumu iyi olan veliler lahmacun yaptırır, okula gönderirdi. O saatlerde lahmacun yiyen çocukların kendilerine bakanlardan gözlerini nasıl gizlediklerini bilirim.
Bayramlarda bizim yoksul çocuklara pantolon ve gömlek dağıtılırdı. Mevsimin soğuk olmasına rağmen dağıtılan pantolonlar diz üstü, kısaydı. Verilen gömleklerin modeli farklıydı. Yaka düğmeleri önden değil, omuz üzerindendi.
Bir bayram günü öğrenciler avluya yığıldı, öğretmenler sıralama yapıyor.
Bir öğretmen, “kendisine pantolon gömlek verdiklerimiz buraya” deyip yanına çağırdı. Çocuklar öğretmenin etrafında yığıldılar. Bütün sınıflar sıraya girdi. Toplam dört sıraydı yoksullar, en öne kendisine giyim verilen çocuklar dizildi. Öğretmen, bir çocuğu sınıfa gönderip yazılı bir bez getirmesini söyledi, çocuk koşarak gitti bezi getirdi. Yazılı bezin iki yanına tahta çıtalar geçirilmişti. Öğretmen, öndeki iki yoksul öğrencinin eline bezi tutuşturdu, bayram yürüyüşünde nasıl taşıyacaklarını kendilerine tarif etti. Okulun bahçesinde prova mahiyetinde bir yürüyüş yapıldı. O sıra yoksullardan bir çocuk öne çıkıp bezi okudu. Çocuk beşinci sınıf öğrencisiydi.
Bezde “Fakir Çocuklar” yazılıydı.
Çocuk yazıyı okudu, sonra yavaşça baktı, baktı ve süratle okulun kapısına doğru koştu, gözden kayboldu. Arkasından nereye gidiyorsun diye koşan olmadı. Gidiş o gidiş, o çocuk bir daha okula dönmedi. Bezi taşıyan başka iki çocuk bezi taşıyarak resmigeçitten geçtiler.
O bezi kimin hangi maksatla yazdığını, o çocuklara niye taşıttığını hâlâ düşünürüm ve bir anlam veremem.
Anlam veremediğim diğer bir şey de, alfabede yazılı olan ve her gün onu okuyarak okuma ve yazmayı öğrendiğimiz bir cümleydi. Alfabe onu şöyle yazardı.
– Erken yatarım
– Erken kalkarım
– Bir yumurtayı süte çalarım.
Bunu alfabeye yerleştirenler toplumun belli bir kesimiyle alay mı etmişler, ya da yoksula seslenerek, “Bak biz sabahleyin kahvaltıyı sütle yumurtayla yaparız” mı demek istemişlerdi?
Belki de bugünün sıkıntıları da o günlerden geliyor..