Mehmet Göncü
24 Kasım 2013
Benim
gibi yaşı 70’i geçmiş olanlar iyi hatırlarlar. Biz ilkokula başladığımızda
annemiz, babamız öğretmenimize bizi emanet ederken, “Al bu çocuğu adam et” derlerdi.
Şimdi
çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli babam beni ilkokula kaydettikten sonra şu an
rahmeti rahmana kavuşmuş olan öğretmenim Rabia hanıma şöyle demişti: “Hoca
hanım, al bu çocuğu adam et. Her şeyi
ile sana emanet”
Hoca
hanım ise, “Beyefendi, çocuğunuzu faydalı bir insan yapmak, Cumhuriyet fikriyle
yetiştirmek için elimizden geleni yapacağız, müsterih olun” yanıtını vermişti.
Biz
o dönemde Fasulye kesemizle okula gider, onları bir araya getirerek yazılar
yazmaya çalışırdık.
Bir
gün bir arkadaşımız, öğretmenin “Fasulye getirin” dediğini annesine
iletmiş. Annesi de ona; bir teneke kundura boya kutusu içerisinde
etli kuru fasulye yemeği göndermişti. Birkaç gün sonra kutudaki yemek kokmaya
başlayınca olay anlaşıldı.
Bahsettiğim
bu olay 1948-1949 yılları arasında geçmiştir. O zamanlar biz kendi zekamızı
kullanarak, boş tahta makaralardan arabalar,
karpuz kabuğundan, çamurdan şekiller yapar, kendi oyuncağımızı kendimiz
üretirdik.
Elektrik
olmadığı için gaz lambası önünde ders çalışırdık. Radyosu, telefonu olan evler
çok nadirdi. O zaman en önemli ulaşım
aracı paytondu. Okul yolu uzak olsa da yürürdük.
Sabah
3, öğlenden sonra 2 ders görürdük.
Öğretmenlerimiz
gerektiğinde yoksul öğrencilere yardım edebilecek düzeyde, gani gönüllü
kimselerdi. Sınıf arkadaşlarımız arasında çeşitli Semavi dinlere mensup olanlar
vardı.
Biz
kesinlikle herhangi bir ayrımı aklımızın ucundan bile geçirmezdik, çünkü
öğretmenlerimiz bizlere birleştirici, kaynaştırıcı nasihatları sık sık tekrarlardı..
Aradan
çok zaman geçtikten sonra bu arkadaşlarımdan bazılarıyla İstanbul’da
karşılaştım. Gene çocukluk yıllarımızdaki gibi kaynaştık. Eski günleri hatırlayıp, neşelendik.
Ayrıca
öğretmenlerimiz bize müfredatın dışında şiirler de öğretirdi. O şiirlerin içeriğindeki insani ve ahlaki değerleri
yaşama geçirmemiz için her türlü örnek davranışın içinde bulunurlardı.
Şimdi
hatırlıyorum; öğretmenlerimizden Rabia, Emine, Ayşe hanımlar, Ali, Derviş
hocalar gibi kıymetli öğretmenlerimiz şu an rahmeti rahmana kavuşmuş
durumdalar. Nur içinde yatsınlar.
Onların
yetiştirdiği talebeler arasında nice profesörler, nice doktorlar ve siyaset adamları var. Onların başarılarının sevabı mutlaka o
kıymetli öğretmenlerine de gidecektir.
Bizim
dönemimizde kız çocuklarının okumasına çok önem verilirdi. Cumhuriyetin temel
öğesi; kızların eğitiminin toplumu
taçlandıracağı yönündeydi.
Nitekim;
“Kız çocuklarını okutmayan toplumlar erkek çocuklarını bedbaht etmiş olurlar”
diyen Tevfik Fikret de toplumun değerli bir öğretmeni konumundaydı.
O
günün koşullarında yetişen bizlerin tamamı iş bulma olanağına sahip oldu. Çünkü bütün zorluklara rağmen eli öpülesi
öğretmenlerimiz sayesinde vasıflı olarak yetişmiştik.
Günümüze
gelince; bana göre öğretmenlerin geçim kaygısı olmamalı ve onların toplumda en
saygın konumda bulunmaları gereklidir.
Nitekim
Ulu önder Atatürk de, “Hayatta En
Hakiki Mürşit İlimdir” sözünü teyit amaçlı; “Öğretmenler yeni nesil sizin
eseriniz olacaktır” demiştir.
Yarın
24 Kasım Öğretmenler Günü..
Bu
vesile ile her yaşta öğrenmeye mecbur ve muhtaç olduğumun bilinciyle, eli öpülecek saygıdeğer öğretmenlerin
genç-ihtiyar demeden tümünün bu anlamlı gününü yürekten kutluyorum.
Dürüst
ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok
olması dileği ile kalın sağlıcakla…