Ebru Okutan Akalın
5 Şubat 2013
BAB-I ALİ’NİN ZİRVESİNDEKİ URFALI
Türk basınının duayeni hemşerimiz Kemal Kınacı ile
Urfa’yı ve başarıyla dolu meslek hayatını konuştuk
Ebru OKUTAN AKALIN
Sayın Kemal Kınacı, bilmeyenler için biraz kendinizden bahseder misiniz?
1933 yılında sıcak bir Temmuz gününde Urfa’da doğmuşum. Babam nahya müdürüymüş ben doğmadan altı ay önce vefat etmiş. Biz üç kardeştik ve amcamın yanında büyüdük. Sonra binbir zorluklarla sanat enstitüsünü bitirdim. O sırada Abim İstanbul’da taksi şoförlüğü yapıyordu. Benim içimde hep doktor olmak vardı ama imkanlar el vermedi. Ben de astsubay olmayı hedefledim. Abim bırakmadı beni ve gazetecilik okuluna girdim, iki sene okudum. Sonra yedek subaylık yaptım. 17 yaşında İstanbul’daydım, gençtim ve imkanlarım kısıtlıydı.
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
1955’de yedek subaylığımı bitirdikten sonra istanbul’a dödüm. O zaman İstanbul Ekspres diye bir gazete vardı. Gazetecilik okulunda okurken öğrenmiştim,İstanbul Ekspres Gazetesi bir akşam gazetesiydi ve genç muhabirleri alıp yetiştiriyordu. Ben bir gün Cagaloğlu’na kitap almaya çıkmıştım. Bir şansımı deneyeyim dedim. Girdim içeriye ve patronla görüşeceğim dedim. Patron meşgul dediler. Beklerim dedim ve bir buçuk saat bekledikten sonra beni patronla görüştürdüler. İçeri girdim, bana “ne istiyorsun” dedi. Askerden de yeni gelmişliğin verdiği alışkanlıkla künye sayar gibi başladım; “Efendim ben Urfalıyım, İstanbul’da kimsem yok, gazetecilik okudum gazetenizde stajyer olarak çalışmak istiyorum” dedim. O zaman beni Genel Yayın Yönetmenine gönderdi ve başladık gazeteciliğe.
Sonra Akşam Gazetesi, Yeni Sabah Gazetesi ve derken Hürriyet’e geçtik. Hürriyet bir ara imtihanla muhabir aldı. Necati Zinkıran Bey’in Genel Yayın Müdürü olduğu dönemdi. Sonra imtihanla muhabir alımı başarılı olmayınca piyasadan almaya başladılar ve beni de o dönem aldılar. 1960 Eylülünde Hürriyet’e girdim. 62 yılında beni Adana’ya bölge temsilcisi olarak gönderdiler. Sonra matbaa kuruldu. Tüm işlerden sorumlu Hürriyet müessese müdürlüğü görevinde çalıştım. O sırada yönetime ayda bir patronun isteği üzerine rapor veriliyormuş,.o rapor da doğrudan Haldun Simavi Bey’e gidiyormuş. Sonra bir gün dediler ki seni İstanbul’a tayin ettik, meğer o raporları Haldun Bey inceliyormuş ve bölgelerden gelen en iyi tiraj benim bölgeminmiş ve bu yüzden daha yakın bir göreve çağırılmamı istemiş. İstanbul’a geldikten sonra geçici bir süre Hürriyet’te müessese müdürü olarak çalıştırdılar. Sonra Hürriyet’in bir yan kuruluşu olan Web Ofset’e tayin edildim. Dergiler basıyorduk ve meşhur Son Gazetesi de oradan çıkıyordu. Arkasından iki kardeş Erol Simavi ve Haldun Simavi ayrıldılar. Haldun Simavi Günaydın Gazetesi’ni kurdu.1968’de orada başladım ve Günaydın 1988’de satılıncaya kadar müessese müdürü olarak Haldun Simavi’nin yanında çalıştım. O zaman genel müdür diye bir tabir yoktu. Müessese müdürü gazetenin her şeyiydi. Böylece tamamen idari göreve geçmiş ve gazeteciliği bırakmış oldum. Ama benim temelimde gazetecilik olduğu için gazetecilerle diyalogum diğer yöneticilere nazaran daha iyiydi. Çünkü onların psikolojilerini ve ihtiyaçlarını çok iyi biliyordum. Aynı dilden konuşabiliyordum. Onun için daima bir abi gibi onları anlamaya ve kollamaya çalıştım . Babıali’de yapılmayan birçok yeniliği yaptım. Bizde sendika yoktu ama sendikanın ötesinde bazı desteklerde bulunduk.
Tabii patronumun da bana verdiği imkanlarla yapabildim bunları. Mesela Haldun Bey’in talimatıyla 15 günde bir maaş veriyorduk. Türkiye’de ilk defa 15 günde bir çifte maaş veriliyordu. Haldun Bey o dönem sendikanın, sendika ağalarının hegemonyasında olduğunu düşünüyordu ve öyleydi. İşçiyi sömürdüklerine inanıyordu. Biz kendi içimizde bir kurul kurduk. Bu kurul müdürlerden ve çeşitli pozisyonlardaki kişilerden oluşuyordu. Haftada bir toplanıp sorunlarımızı kendi içimizde çözüyorduk. Aslında kendi içimizde bir sendika kurmuş olduk ve bu da personelimizi çok memnun ediyordu.
Peki o dönemin en önemli gazetesi Günaydın neden satıldı?
88 yılında Haldun Bey gazeteyi satma kararı aldı. Ona da hak veriyorum çünkü basın sektörüne büyük sermayeler girmeye başladı, teknoloji hızla ilerliyordu. Bizim teknolojimiz geri kaldı. Binalar büyümeye başladı. Bizim banka borcumuz yoktu. Haldun Bey krediyi, banka borcunu sevmezdi. Bir defa beş milyon banka borcu almıştım onu da bana bir hafta içinde ödetti. Bir daha da banka borcu almayacaksın dedi. Bağımsız basın olabilmesi için banka ve iş adamları ile ilişkimizin olmasını istemezdi. Kokteyllere gitmezdik, göndermezdi. Sebebini sorduğumuzda kokteyle gideceksin, iş adamı ensene elini koyacak seni onun adamısın durumuna getirmeye çalışacak, gövde gösterisi yapacak, bakın ben Günaydın’ın üst kademesi ile senli benliyim diyecek. Daima mesafe koyardı,, bedava seyahatlere kimseyi göndermezdi, hediyeyi belirli bir ölçü dışında kabul etmezdi. Bu yüzden yılbaşında gelen bazı hediyeler geri gitmiştir.. Hatta bedava seyahate gittiği için işine son verilen eleman bile olmuştur bizde. Gazeteciliği hür gazetecilik olarak yapmak isterdi Simavi ailesi . Tamam arkadaşlık dostluk ayrı bir şeydir ama haberse mutlaka kullanılır. Hatır gönül için haber israf edilmez. Ama magazin ağırlıklı haberler de yapılmıştır. Halkın seviyesinde, halk için gazete çıkarılırdı. Çünkü Haldun Bey snob görünümlü bir insan olmasına rağmen halkın içindeydi. Gider işportadan da kravat alırdı herkes iyi bir marka sanırdı. Gider kestaneciden kestane de alırdı, manavla sohbet de ederdi. Onların sorunlarını ve isteklerini bilirdi. Gazetecilik anlayışı buydu. Meslek hayatımın en önemli yıllarıydı. Yeri geldi gazete bile sattık. Günaydın satılırken ben Haldun Bey’e sordum efendim neyi sattığımızı farkında mısınız? Neyi satıyoruz? Dedi, “Güç satıyoruz”, dedim bana baktı ve sen hiç o gücü kullandın mı? “Hayır”dedim. Ya ben? “Hayır” dedim. “O zaman hayatımızda ne değişecek” dedi.
Bir gün de bizi odasına çağırdı ve “Size birşey söyleyeceğim” dedi. “Şimdi arkadaşlar buradan çıkıyorsunuz giderken Türk müziğini açıyorsunuz, ahlı vahlı şarkılar dinliyorsunuz, eve gidiyorsunuz, içip ahlı vahlı şarkılar dinliyorsunuz, uyuşuyorsunuz. Gelirken gene öyle, acılı şarkılar dinleye dinleye işe geliyorsunuz… Sonra da beyniniz çalışmıyor. Radyolarınızı Batı Müziği’ne ayarlayın. Size sabah gelirken, eve giderken enerji versin. Sen okuduğun kitabı bile kendine göre seçemezsin, okuruna verebileceğin birşeyler okumalısın” dedi. O bir duayendi gerçekten.
Günaydın satıldıktan sonra Milliyet’e geçtiniz…
Evet 6 yıl kadar Milliyet’te Genel Müdürlük yaptım. Milliyet benimle Cağaoğlundaki binasından çıkıp yeni yerine taşındı, makina teknolojisi değişti, yeni ekipmanlar alındı. Sonra dağıtımdaki tıkanmayı çözmek için Yaysat’ı kurduk. Milliyet’in kalkınması ve Aydın Doğan Bey’in cesaretiyle Hürriyet de alındı. Daha sonra Uzan ailesi için Star gazetesini kurdum.
Sizce gazeteler satış oranlarının en yüksek olduğu altın yıllarını neden yakalayamıyor ve tirajlar düşüyor?
Bir defa gazete sayısı arttı ve televizyonlar daha etkin hale geldi. Bizim halkımız görselliğe çok önem verir. Okuma alışkanlığımız çok yoktur. Geçenlerde Ertuğrul Özkök bir yazı yazmıştı ve “Ben gazetelerin okunmadığına inanmıyorum” demişti. Ancak ben buna katılmıyorum, onun elindeki verilerin ne denli doğru olduğunu bilmiyorum ama ben bu fikre katılamıyorum. Halk gördüğüyle yetiniyor, okumuyor. Gazetelere de baktığınız zaman baskı teknolojisi ve hızı ne kadar iyi olursa olsun televizyonu her açtığınızda yeni bir haber görüyorsunuz yani aslında gazeteye haber de kalmıyor diyebiliriz. Köşe yazarlarının çoğunu kimse okumuyor zaten. Fiyatla da alakası yok bence, çünkü adam gazeteden daha fazlasını çaya ya da sigaraya veriyor. Sanırım biraz bizim eğitim sistemimizdeki okuma alışkanlığıyla ilgili.
Yeni medya yani sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz. Twitter hesabınız var mı mesela? Gazeteler artık son bulacak düşüncesine inanıyor musunuz?
Bence e-gazete ve sosyal medya gelişse de kağıdı ve gazeteyi öldürmeyecektir. Ben gazete okumadan, kitap okumadan duramam, sürekli notlar alırım. Bu yaştan sonra o notları kullanmak gibi bir niyetim yok ancak benim için vazgeçilmez bir alışkanlık. Ben bir kitap alıp okuduğumda onu kimseye vermeye kıyamıyorum. Maalesef çocuklarımıza bu alışkanlığı kazandıramıyoruz. Benim Twitter’ım yok, sosyal medya anladığım bir mevzu değil, sadece duyuyorum.
Tecrübelerinizle Türk basınının dünü ve bugününü kıyaslar mısınız?
Şimdi artık herşey ticari zihniyetle, çıkar uğruna yapılıyor. Kimseyi de suçlamak istemem ama doğrusu bu. Bu da bir zaruretten oluyor. Karşı taraf menfaati doğrultusunda işler yapıyor, sen bunun dışında kaldığın zaman batma tehlikesi ile yüz yüze kalıyorsun. Rekabet o yönde gelişiyor. Maalesef basında rekabet çirkin bir yola gitti. Eskiden gazete sahiplerinin bir sendikası vardı. Gazete patronları orada toplanırdı. Ben Haldun Bey’i temsilen katılırdım o toplantılara. Gazetelerin sorunları on gün, on beş günde bir masaya yatırılırdı ve orada çözülmeye çalışılırdı.
Hükümetle gidilip toplu halde görüşmeler yapılırdı kimse perde arkasından şahsi çıkarlar doğrultusunda görüşmeler yapmazdı. Kağıt sorunu mu var , ithalat sorunu mu var, herşey bu toplantılarla çözülürdü. O zaman hükümetle basın kuruluşları arasında bir denge vardı. Ama Turgut Özal’la birlikte bu denge bozuldu. Denge basın sektörünün aleyhine bozuldu. Basın küçümsenmeye başlandı. Tabii hükümet mi suçlu, basın mı suçlu bilinmez, mutlaka iki tarafından da yanlışları vardır. Ancak bunun mutlaka düzeltilmesi lazım. Türk basının belirli bir çizgiye gelmesi gerekiyor. Mesela Hürriyet’e ağır cezalar geldi zorluğa düştü. Bunun olmaması lazımdı. Bu, sorunun büyümesine neden olur. Mutlaka bir çözüm vardır. Basının gücü ülkenin de çıkarlarınadır. İşte eskiden basın patronları ve hükümet ülkenin çıkarları için toplanırdı. Bu gibi konular uzun uzun tartışılırdı. Öyle kararlar alınırdı ki böyle büyük sapmalar olmazdı.
Esas olan gazeteciliğin bir kaliteye kavuşması. Bunun için gazetelere eleman alımında çok seçiçi ve dikkatli davranılması lazım. Tabii şimdi patron diyeceğim patron da kalmadı. Gazeteler cemaatlerin, şeyhlerin elinde kaldı. Bir tek Aydın Doğan var şimdi. O da hakikaten çizgisini hiç bozmadı. Gazetecilere bakış açısı hiç değişmedi, ona bu yönüyle hayranımdır. Onunla bir anlaşma yaparsınız, elinde bir kurşun kalem, bir de beyaz kağıt vardır. Anlaşma ile ilgili notlarını alır, tarihini yazar, altını imzalar, katlar ve kasasına koyar. Günü geldiğinde işleme koyar. Bu konuda çok titizdir. Sözünün eri bir insandır.
Şu anda en beğendiğiniz gazete hangisi?
Hürriyet. Hergün okurum mutlaka.
Neden Hürriyet?
Yılmaz Özdil ve ölüm ilanlarını takip ediyorum. Yılmaz Özdil’i hem insan olarak, hem yazar olarak beğenirim ve her gün yazılarını okurum.
Bu kadar yoğun tempolu bir hayattan sonra emeklilik nasıl bir duygu?
Evet, bu önemli bir mesele. Ben emekli olmadan önce beynimde bunu tartıştım. Demin anlattığım güç mevzusu var ya , öyle şaşaalı bir hayat sürmedim ben. Hep aile içinde bir hayat geçirdim. Emekli olduktan sonra haca gittim, biraz dini vazifelerimi yerine getirdim. Kitap benim en iyi arkadaşımdır, uykum kaçtığında geceleri kitap okurum, dini vazifelerimi yerine getiririm, yani benim dostum kitaplarım ve ibadetler oldu. Arada bir dostlarımla buluşup tavla oynuyorum. Benim bir kızım iki oğlum var. Oğullarımdan biri diş hekimi Amerika’da yaşıyor, diğer ikisi ise buradalar. Üçü de evli, torunlarım var, onlarla bol zaman geçiriyorum. Sözün özü şimdiki hayatımdan da keyif alıyorum.
Yine Urfa’ya dönelim mi? Urfa’ya ne sıklıkla geliyorsunuz?
Her yıl olmasa da, iki yılda bir gelirim. Benim orada akrabam hemen hemen kalmadı gibi ama hanımın akrabaları var, onları ziyaret ediyorum. Bazen ölümler , doğumlar, evlenenler dolayısıyla geliriz. Bu aralar yine özledim.
Urfalı olmak hayatınıza ne kattı?
Çok memnunum Urfalı olmaktan, acı biberini de, çiğköftesini de, şivesini de seviyorum. Her fırsatta o şiveyi kullanıyorum. Bir Urfalı arkadaşımı da gördüğümde hemen Urfalıca konuşur ve çok mutlu olurum. Aydın Doğan bana Urfalı Kemal der. Çoğu arkadaşım da böyle bilir beni. Sonra en önemlisi babam orada. Babamı onunla ilgili anlatılanlarla tanıyorum ve çok seviyorum . Bu öyle bir şeyki görmediğin bir insana aşk gibi. Urfa deyince önce burnumun direği sızlar, sırf bu yüzden. Ben Urfa’yı nasıl sevmeyeyim siz söyleyeyin. Bayramlar vardı, Babamı ziyaret ettiğim o bayramları nasıl unutayım. Urfa’da çok güzel günlerim geçti. Karakoyun deresinde yüzerdik. Baharları kırlara giderdik. Karaköprü’de bağımız vardı, yazları orada kalırdık. Şireler, üzümler, kaymaklar yerdik. Maddi imkanımız dardı ama mutlu olarak yaşadık. Her şey güzeldi Urfa’da. İnsanlar birbirine çok saygılıydı. Mesela biz sokağımızın büyüğünü ailemizin büyüğü sayardık. Okula giderken önümüzde bir büyüğümüz varsa önüne geçemezdik. Okula geç kalmışsak farkına varması için öksürürdük ki, sesimizi duyup bize yol versin. O bize yol verdiğinde önümüzü ilikler, yan yan geçip sonra koşa koşa giderdik. Öyle bir saygı vardı çünkü sokakta gördüğümüz o adam bizim ailemizin en büyük ferdi olarak gördüğümüz insandı. Aynı mahalledeki ekonomik durumu iyi olmayan kişiler tespit edilir, ona en hissettirilmeyecek şekilde ihtiyaçları temin edilip verilirdi. Güzeldi, kapılar açıktı, geceleri damlarda yatılırdı, püfür püfür rüzgar eserdi. Elektriğimiz yoktu, suyumuz azdı ama Urfa’da yaşamanın tadı güzeldi. Şimdi ne o Urfa yağının kokusu var, ne o Urfa peynirinin tadı. Halen her şeyiyle eski Urfa’nın özlemini çekiyorum.
Editörden
URFALI HACI KEMAL
“Güzeldi, kapılar açıktı, geceleri damlarda yatılırdı, püfür püfür rüzgar eserdi. Elektriğimiz yoktu, suyumuz azdı ama Urfa’da yaşamanın tadı güzeldi. Şimdi ne o Urfa yağının kokusu var , ne o Urfa peynirinin tadı. Halen herşeyiyle eski Urfa’nın özlemini çekiyorum.”
Her kelimesiyle bir Urfalı’nın gözlerini yaşartacak bu anlamlı sözler Kemal Kınacı’ya ait. O ,Babıali’nin Babıali olduğu yıllarda Urfa’dan çıkıp tırnaklarıyla kazıya kazıya en üst kademelere kadar uzanan başarılı bir hayat yolculuğunun kahramanı. Türk basını, altın yıllarınıyaşadığı dönemlerde, Günaydın Gazetesi’nde Haldun Simavi gibi bir duayenin sağkolu olarak 20 yıl yöneticilik yapmış .O dönem meslektaşlarıyla birlikte, tarihe damgalarını vurmuşlar. Ardından şu an tek patron olarak gördüğü Aydın Doğan’ın Milliyeti’nde 6 yıl Genel Müdür olarak çalışmış. Kabul edersiniz ki 17 yaşında bir gencin imkansızlıklar içinde İstanbul’a gidip böylesine zor görevleri hakkıyla taşıyabilmesi ve halen saygın bir isim olarak kalabilmesi hiçte kolay değildir.
Ancak ona, dolu dolu geçen meslek hayatı Urfasını hiç unutturmamış. Röportajı okurken göreceğiniz gibi Urfa’yı tasvir ederken dilinden dökülen sözler bunun en iyi kanıtı. Sanki dün gibi taze, yıllardır görmemiş gibi özlem içinde anlatıyor Urfayı. Kemal Kınacı dar sokakları, avlulu evleri, insanlar arasındaki samimiyeti,saygıyı anlatırken yaşayamadığım o Urfa, bir fotoğraf şeridi gibi geçip gitti gözümün önünden. İnsan bunları duyduktan sonra düşünmeden edemiyor ;Keşke hep öyle kalsaymış, keşke biz de O Urfa’da yaşayabilseymişiz. Keşke hiç büyümeseymiş hep eskisi gibi olsaymış.Tabi değişime ve yıllara dur demek imkansız.
Tıpkı Urfa gibi gazetemizde yaşına yaş katıyor . Ve bugün sizlerle beraber 55 yaşına giriyoruz. Dedem İsa Okutan’ın kurduğu ve sizlerin varlığıyla büyüttüğümüz Hizmet Gazetesi’nin bugünkü sayısını da özenerek özel hale getirmeye gayret ettik ve yine Urfa’dan çıkan çok değerli bir isme Kemal Kınacı’ya adadık. Her biri birbirinden değerli isimlerden Kemal Kınacı’yı anlatmalarını rica ettik ve bizi kırmayıp yazdılar. Aydın Doğan, Necati Zincirkıran, Rahmi Turan, Bora Paran, Erdoğan Arıpınar, Başkurt Okaygün, Nail Keçili.O özel isimlerden gelen yazıların hepsinin bir ortak noktası vardı “Urfalı Kemal”. Belli ki başarıdan başarıya koştuğu o yıllarda Urfalı olmak onun yoldaşı olmuş. Kemal Kınacı, Urfa’nın adını en üst düzeyde layıkıyle taşımış. Bu sebeple önünde saygıyla eğiliyor ve 55. Yılımızı onurlandırdığıiçin ona ve 55 yıldır yanımızda olduğunuz için siz okurlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Aydın Doğan’ın “Urfalı Hacı Kemal Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Necati Zincirkıran’ın “Kınacı Hep Hatırlanacak” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Bora Paran’ın “İşte Adam Gibi Bir Adam” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Rahmi Turan’ın “Hayat Zarlarını Hep Doğru Oynayan Adam;Kemal Kınacı” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Başkurt Okaygün’ün “Mükemmel Bir Urfalı; Kemal Kınacı” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Erdoğan Arıpınar’ın “Benim Bildiğim Kemal Kınacı” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..
Nail Keçili’nin “Doğrudan Hiç Vazgeçmeyen Adam; Kemal Kınacı” Yazısı İçin Lütfen TIKLAYINIZ..