Nejat Karagöz
18 Mayıs 2023
Nejat Karagöz
Liberalizm, dünya üzerinde daha çok sol jargon olarak bilinen ve kişisel özgürlükleri toplumsal adalet düzeni içerisinde başa oturtan, ekonomik özgürlükleri de bu bağlamda ele alan bir siyasal ideoloji…
Tanımında –kişisel alanlara müdahil olmadan- din ve inançlar üzerine fikir/hüküm içermeyen liberalizmin klasik, sol, ileri, yeni gibi coğrafi şartlara bağlı ya/ya da bundan beslenen fakat özünde –neredeyse- tıpatıp aynı olan izahatları vardır.
Batı dünyasında 20. Yüzyılın başından itibaren farklı ülkelere göre küçük farklılıklarla uygulanmış ve ciddi başarılar kazanılmış olan liberalizmin, piyasa koşullarına devletin sınırlı müdahalesini mubah sayan örneklerine de rastlıyoruz.
Uygulandığı ülkelerde devlet politikası olmaktan çok, siyasal parti programı biçiminde halk yığınlarına sunulan ve beğenileri kazanılmaya çalışılan birer idari model düzeyindedir ve bu programla iktidara gelen siyasal oluşumlara ciddi başarılar da sağlamıştır.
Ülkemizde yerlileştirilmiş bir tanımla Serbest Piyasa Ekonomisi adıyla, 12 Eylül idaresinin kontrolünde iktidara gelen ANAP’ın lideri Turgut Özal ile birlikte vizyona giren Liberalizmin, batıda bilinen anlam ve içeriğinden ciddi farklılıkları vardı.
Liberal ekonomiyi kapitalizmin insafına terk eden ANAP, bu mücadeleden; tam da John A. Hobson’ ın tanımladığı şekliyle “Devlet içinde yönetimin dizginlerini ele geçiren parasal çıkarın, iç lüksü desteklemesine izin vererek, yeni ve zengin sülükler yaratarak ve de ağır yaralı olarak çıkabilmişti. Ne var ki, ANAP’ ın siyaset sahnesinden silinmesi, bu gidişi bırakın durdurmayı, daha vahşi koşullar yaratılarak önü alınmaz bir düzeyde günümüze taşıdı.
Günümüzde, belki de dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanılmayacak ölçüde bir gelir dağılımı eşitsizliğinin temellerinin bu dönemde atıldığına şüphe yoktur. Buraya bir parantez açarak şunu söylemeliyiz ki; gelir dağılımındaki eşitsizlik ülkemizle sınırlı bir vakıa olmayıp,-gelişmiş Avrupa ekonomilerini istisna edersek- hemen bütün dünyanın ortak sorunudur. Ancak sorunun bizdeki yansıyışı ile G-20 adayı bir ülke olma hedefinin birbirine zıt veriler içermesi burada esas sorunu teşkil etmektedir.
Bizdeki ekonomik yapının fecaat arz eden boyutuna bakacak olursak; dünya çapında yankı uyandıran yayınlarıyla bilinen bazı yayın organlarında dünyanın en zengin kişilerinin yer aldığı listelerde bizim ülkemizden de yer alan bir takım isimlerin sadece 13-15 kadarının bile servetinin ülke nüfusunun yarısından fazlasının servetine denk geliyor olması bu durumu yeterince açıklar…
Bu gerçeklik karşımızda ağrı dağı gibi dururken; son zamanlarda liberalizme giydirilmeye çalışılan deli gömleği; yeni adıyla, İslami-Liberal Ekonomi Modeli… Bu isim açıkça telaffuz edilmese de uygulanmayı çalışılan modelin(!) dünya gerçeklerinden kopuk ve ekonomi biliminin fıtratına ters bir model tasarlandığı açıktır.
Liberal ekonominin “paranın alın teri” olarak kabul ettiği ama öte yandan İslami retoriğin “Nas” engelisebebi ile karşı çıktığı faizi destekleyen ekonomi modelinin,bu iki zıt görüşün elinde, bir arada, birbirini kırıp dökmeden, çiziktirmeden nasıl yürütülebileceğine dair ileri sürülen argümanlarinandırıcılıktan son dereceuzaktır…”Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” denklemi tam da bu sebeple çürüktür… Daha doğrusu böyle bir tezi ileri sürmenin ekonomi bilimi açısından akla ziyan bir garabetten öte anlamı yoktur.
O halde “Ben ekonomistim…” gülünçlüğünde tecessüm eden bu iddia ve gayretlerin anlamı ne olabilir?
Bunu net olarak ve doğru anlamak için, Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu acıklı tabloya bir ibret nazarı ile bakmak yeterli olacaktır. MB politika faizinin % 8,5 olduğu ama banka reel faiz oranlarının % 36’lara dayandığı ülkemizde Reel faize koşut olarak değerlenmesi gereken ama baskılanan yabancı paranın kur -faiz farkı kadarının hazinece karşılanması garabeti bunu en iyi açıklayan bir veridir. Bu “Ben bilirim” komedisinin hazineye maliyeti ise devlet bütçesini yalayıp yutmuştur bile…
Liberalizme İslam gömleği giydirmeye çalışanevlere şenlik “Liberal Dinci üst akıl” giderayak ekonominin kalbine kendi tasarımı olan bombayı yerleştirme gayretindedir; bu bomba Önümüzdeki süreçte iktidar koltuğuna oturacak olanın elinde patlayacaktır. Benden sonra tufan dedikleri de bu olmalı…