İbrahim Halil Okuyan
11 Ocak 2013
Anadolu’da Kadınlar Neden Erkeklerin Arkasından Yürür?
Olayın sebeplerini daha iyi anlatabilmek için,
Önce yüz yıllık tarihimizi hatırlatmamız gerekiyor.
Savaşlar dönemi!
20. Yüzyılın ilk çeyreği,
Osmanlı Devleti ve Türk Milleti açısından zor yıllar olmuştur.
1911 yılında başlayan Trablusgarp savaşı ile
Batılı devletler Osmanlı devletini tasfiyesi işini de başlatmışlardı.
Bu yaklaşık 100 yıllık bir “ŞARK MESELESİ” projesi idi ve
Projenin son aşamasına gelinmişti.
İtalya’nın Trablusgarp’a saldırdığı günlerde,
Balkan devletleri de Trakya’ya saldırı hazırlığı içindeydiler.
Avrupalı sömürgeciler artık harekete geçmişlerdi.
Bir hesaplaşma dönemi başlamak üzereydi.
Bu 1000 yılın hesaplaşması olacaktı.
Türkler ‘den Bizans’ın,
Yani Roma imparatorluğunun hesabı sorulacak,
Başka bir ifadeyle;
Malazgirt’in,
Miryakefalon’un,
Niğbolu’nun,
Kosova’nın,
Mohaç’ın ve diğer zaferlerin rövanşı alınacaktı.
Hıristiyan Batı dünyası iştahla Osmanlı Türk devletinin mirasını paylaşma hazırlığı içindeydi.
1911 yılında başlayan Balkan savaşlarıyla beraber,
Anadolu insanı hep savaşlara koşmak zorunda kaldı.
1912-1913 yıllarında Balkan Savaşı,
1914-1918 yıllarında Birinci Dünya Savaşı (KOCA OSMANLI, Haçlılara 30 Ekim 1918’de TESLİM olmuştu.)
1919-1922 yıllarında Kurtuluş Savaşı (Kurtuluş SAVAŞI tek kelime ile TÜRK uyanışıdır.. Anadolu ihtilalidir! ).
Kurtuluş Savaşı sömürgeci Avrupa devletlerine karşı verilmiş bir Savaş ve kazanılmış bir zaferdir.
O günkü o Üç Devlet, dünyanın en büyükleridir.
Onlara “Düvel-i Muazzama” denmektedir.
Bu dönemde iyice anlaşıldı ki,
Sömürgecilerin hedefi Türklerin elindeki bazı toprakları almak,
Ya da Türklerin idaresi altındaki bazı bölgeleri Türklerin elinden kurtarmak değildir.
Onların hedefi Türk Milletini yurdunu elinden almaktır.
Türk Milleti’nin egemenliğini, istiklal ve hürriyetini elinden almaktır. 1918 yılı 30 Ekim tarihinde Mondros ateşkes antlaşması imzalandığı halde savaşa devam etmeleri ve anlaşmaya rağmen yurdumuzu işgale devam etmeleri bunun en açık göstergesidir.
Gerçekten de 30 Ekimde antlaşma imzalanmış,
Güya savaş sona ermiştir.
Fakat 8 Kasımda İngiliz ve Fransız orduları harekete geçmişler ve İskenderun ve Musul başta olmak üzere yurdumuzu işgale devam etmişlerdir.
Bilindiği gibi sonraki aylarda,
Türkiye’yi her taraftan işgale başlamışlar ve Batı Anadolu, Güney Anadolu, Trakya ve İstanbul hepsi işgal edilmiştir.
Kesintisiz 11 yıl süren bu savaşlar yüzünden Anadolu köylerinde neredeyse erkek kalmadı.
11 yıl süren bu savaşın bilançosuna şöyle bir baktığımızda korkunç bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Savaş süresince askere alınan insan sayısı: 2.850. 000
Kayıp, Esir, Şehit sayısı: 1.565.000
Nüfusun genel yapısın hakkında ise 1927 yılında yapılan genel nüfus sayımında 13.,5 milyon (8.5 milyon kadın ve 5 milyon erkek (1.5 milyonu çocuk ve yaşlı)) olduğu düşünülürse,
Facianın büyüklüğü ortaya çıkmış olur.
Yüz binlerce erkeğin,
Gidip bir daha dönemediği bu süreç bitince,
Anadolu’da dul kadınlar ve yetim çocuklar kaldı.
10-11 yaşındaki Erkeklerin (!!!),
17-18 yaşındaki Kızlarla evlendirilmek zorunda kaldığı dönemler.
Herhangi bir sebepten dolayı savaşa gidemeyen veya savaş sonrası savaş gazisi olarak köyüne dönebilen az sayıda erkek dışında,
Köy – Kasaba halkının çok büyük bir kısmı,
Dul Kadın veya Yetim Çocuklardan oluşuyordu.
Böylesi bir zarafet!
İşte böylesi bir ortamda yaşayan Babalar,
Evlatları yanlarına gelince,
Diğer Yetim çocukların içi acımasın diye,
Kendi evlatlarını yanlarında uzaklaştırırmış.
Baba hasretiyle yanan Yetim çocuklar,
Babalarını hatırlayıp üzülmesinler diye,
Başkalarının yanında kendi evlatlarını sevmeye utanırmış babalar.
Böylesi ince,
Böylesi zarif bir düşünceyle,
Babalar evlatlarına mesafe koymuş.
Hanımlarıyla sokakta gezmek zorunda kaldıklarında,
“Kocasını kaybetmiş Dul Kadınlar bizi yan yana görürseler yaraları deşilir” düşüncesiyle,
Yan yana yürümemeye çalışırmışlar.
Anadolu’da Erkeklerin hanımlarını birkaç adım geriden yürütme Gelenekleri,
Böylesine bir zarif düşünceyle oluşmuş.
Cehaletin,
Nasıl korkunç bir bataklık olduğuna iyi bir örnektir bu olay.
Başka yetim çocukların içi acımasın diye ortaya konan tavır,
Cehalet yüzünden,
Öz evladını,
Yetim Psikolojisi ile “İlgisiz ve Sevgisiz Büyütme” tavrına dönüştürülmüş.
Dul kadınların,
Savaştan dönmeyen kocalarını hatırlayıp yaraları acımasın diye gösterilen Nezaket,
Kendi hanımını dışlayan bir tavra dönüşmüş Cehalet yüzünden.
Ah Cehalet!
Sen nasıl bir belasın ki,
Böylesi bir Zarafeti Şiddete dönüştürüyorsun?
Sözün Özü
“Atalarımızın Nezaketi Bizim Cehaletimiz Olmuş!”
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
10.Ocak.2013 Şanlıurfa